Ic bos-konusmasi

İç boş-konuşması

Artık biraz olsun kapa çeneni kim dedi sana her istediğini söyleyebilirsin diye kimsenin seni dinleyesi yok son üç seçimde tapusunu aldın diye kırık dökük gecekondu sevgini bir şey mi sandın yazın bile tavanı akar su desen bugün var (sayılır) yarın yok her yer pislik içinde kış geldi mi ısıtmaz içindekileri sen bunu mu kıyaslayacaksın onun/onların/kimlerin kocaman villasıyla hayır apart oteliyle terbiyesizlik etme villasıyla dedik iyi de villada oda kiralamak istemiyorum ben villayı da vermediğine göre ben ne anladım manzarasından bilmem ne ya yan odadakiler gürültü ederlerse çok hem nasıl güvenebilirim ki sonunda tüm faturaları tek başıma ödemem gerekirse ne olacak (öderim paşa paşa ne kadar iyi hissederim kendimi bir bilseniz hem başına kakarım sonra) hayatında bir kez olsun bir benzetmeyi tadında bıraksan olmaz yani özür dilerim özür dilemek yasak! Suratsızlık etme peki insan kendi başına oyun oynarken mızıkçılık yapar mı yahu ilahi ben/kim.

Sen böyle her şeyle alay edersen kimse ciddiye almaz seni zaten almıyorlardı ki olsun en azından sen kendini ciddiye alıyormuşsun gibi oluyordu mazrufu boşver zarfa bak.
Neyse ki politik hayatından bir şeyler öğrenmeyi biliyorsun daha dün yok bugün hatta birkaç saat önce bombokla bombombok arasında bir tercih yaptın bak solculara hiçbir tercih yapmadıkları için bombombombokla baş başa kaldılar yine siyasi hayatınla dini hayatını birbirine karıştırma peki.

Varlığının tek kanıtı biyolojik teorilerin her insana uygulanabilmesi olan ve iki çıkış noktasında damar tıkanıklığı olan ama giriş damarları yeni gibi çalışan (giriş-çıkış denmez, atar-toplar durumlar bunlar ben çocukken hiç sevmezdim biyolojiyi oysa ne heyecanlıymış bak) pörsüyük (aferin, doğru kelime) kalbini sunsan ne olur sunmasan ne olur efendim sunabileceğin tek şey bu mu kendini acındırma arabeskleştirme her şeyi ha bire ya ne yapayım otur oturduğun yerde uslu uslu açma ağzını büyükler konuşup çözerler tüm sorunları sen sus dinle.

Oysa ben ne oyunlar oynamak istemiştim hepsi de iki kişilik de ben şimdi nerden uydurayım üç dört beş altı yedi sekiz (götür sonsuza gitmez ki olsun sen bir git bakalım) kişilik oyunlar hem daha ortada kimse yok hayır var x var y var bilinen bilinmeyen tüm değişkenler başımıza üşüşmüş dağılın un dağıtmıyoruz seviyoruz sen ne biliyorsun değişken olmadığını al bakalım kendini de paranteze sonra konuşalım hayatımız da bu parantezin içi kadar kalabalık olacaksa buna alışmam biraz zor olabilir sana da yaranılmıyor dünyayı ele geçirme hayallerini kişilere kanalize etme.

Ölmüş haliyle dünyayı değiştiren insanlar var ben daha varlığımı gösteremedim kimseye eh bu senin suçun dekorun yanına laf olsun diye takılmış bir çivi durduğu yerde istediği kadar dans etsin kimse alkışlamayacak kabul et bunu hem nedir bu cazgırlık liste başı yaptı(k) işte seni daha önce hiç liste başı olmamıştım çok heyecanlıyım buradan beni izlemekte olan anneme babama selamlar göndermek istiyorum herkese bana destek oldukları başaracağıma inandıkları için çok teşekkür ediyorum. Alay konusunda ne demiştim sana ben! Peki peki sustum.

Canak Comlek Patladi!

Çanak Çömlek Patladı!

“Merhaba sevgilimpınargünseli,”… ; hayır, olmuyor, her aklıma gelen ilginç ve özenti şeyden bir yazı çıkarmaya çalışmaktan vazgeçmeliyim. (Kapı çalındı. Kapıyı açtı.) “Merhaba, [Kalın bir erkek sesi] birikmiş iyilik borcunuzdan dolayı kişiliğinizi haczetmek üzere emir aldık.” Saçmalama (,kapıyı adamın yüzüne kapattı,) neyin gerçek neyin hayal olduğunu bilemeyecek miyim yani. Şurada oturmuş iki satır yazı yazmaya çalışıyoruz, hemen felsefe yapıyorsunuz, hâlbuki ben ne kadar iyi niyetliydim. İyilik tahsis edebilecek olsan ben niye ödemeyeyim ki zaten. (Duraklar.) Fazla mı ciddiye alıyorum yoksa. Neyi? Genel olarak. Ciddiye alsan şimdiye intihar ederdin. Seni [/beni/bizi] uyarmıştım felsefe konusunda. Özür dilerim, kelimelerimi düşüncelerime teyellediğim yer kopmuş da.

Ne hissediyorum biliyor musun? Sürdürülebilir gerilim. Bir yerden kopup darmadağın olacakmış(ım/ız) gibi. Ama öyle güzel inşa edilmiş ki, hep tam o noktada duruyor(um/uz). Beni buraya kim koydu? Çabuk kaldır bakayım onu oradan; onun yeri orası mı; kaç kez söyledim sana; hayret bir şey ?,!. (Elinde öylece kaldı. Nereye koyacağını bilemeden salonda etrafına bakındı, odasına gitti, umutsuzca odasından çıkıp mutfağa yöneldi, buzdolabının kapağını açtı, peynirli patlıcan ezmesini kenara ittirip ara raflardan birine koydu.) Ne çok beklentim vardı kendimden, şimdi amortiye razıyken biletin sahte olduğunu öğreniyorum, kazıkla(n)dım(/n/k). Şu hale bak, bir mektup bile yazamıyorum. (Masanın üzerindeki kâğıtları sinirle çarpı aceleyle eşittir birçoğunu yere düşürerek alıp çöpe attı.) Eskiden ne güzeldi, sayfalarca yazardım, kağıt yetiştiremezdik. Ama o zaman gerçekleşmemiştin, insan içine çıkmamıştın; ruhunun kiri, halının altında, küçük bir yükselti yapıyordu, ve halıya hiç kimse basmıyordu. Evet ama aynı zamanda kimsenin hayatını mahvetmiyordum da. İspat: Kimse yoktu, onların hayatlarına müdahale edemezdim. Ben vardım, ama benim de bir hayatım yoktu, o yüzden ona da müdahale edemezdim. X yerine beni koyduğunuzda ‘X’in her müdahalesi mahvetmedir’ cümlesinin doğruluk değeri 1 olduğuna göre, ispatın geri kalan kısmı öğrenciye alıştırma olarak bırakılmıştır.

Geçen gün annem kitaplarımı bu kadar hızlı okumamamı çünkü o zaman kitaplarımın hemen biteceğini sonra da okuyacak kitap aranmakla canımın sıkılacağını söyledi. Cevap vermedim, verse miydim, verebilir miydim? Ben kitaplarımı seviyorum, ben kitaplarımı karşılıksız olarak seviyorum, biliyorum, onlar beni sevmiyorlar, sevselerdi bitmezlerdi, ben onları umutsuzca seviyorum, kimse beni onlar kadar sevmedi, hayır sevdi, onlar beni hiç sevmedi ki, neler diyorum, son kullandığım onlar kelimesi kime gönderme yapıyor,,,? Keşke dil gerçekten ne hissettiğimi anlatabilecek kadar yalın ve ilkel olabilseydi.

Ben hayatındayken özgür olamazsın. Ben hayattayken ben de özgür ol(a)mam zaten, endişelenecek kadar garip bir epistemolojisi yok bu işin. Basit bir matematiksel konvansiyona bağlı her şey. Sıkıştırılmış ama asla patla(ya/tıl/tıla)mayan bir hidrojen balonu düşün. Şimdi içindeki hidrojeni sonsuza götür. Götürdün mü?, hah işte, şimdi o bulduğun şeyi ikiye böl, geri getir. Yine aynısını bulabildin mi? İşte bu matematiksel imkansızlıklar yüzünden kurtuluşun yok özgürlüksüzlükten. Seni temin ederim ki benim suçum değil hayır benim suçum suç benim ben suçum içinden çıkamıyorum içimden çıkamıyorum seni de içeri çekmeye çalışıyorum kanma artık bu numaralara hep son anda sen elini cüzdanına attığında değiştirirler kartları o yüzden kaybetmen kaçınılmazdır kimse o kadar uyanık olamaz hep aldatırlar hayatlarını bundan kazanırlar o yüzden bu işin ustası oldular artık sen uyma bana hayır uy hep bana uy-uyalım-uyuyalım-uyduralım gitme hep yakın kal hadi ne olur bir el daha oynayalım söz bu sefer hile yapmayacağım hayır yapacağım hayır yapmayacağım ama söz de vermeyeceğim [versem mi ki verebilirim aslında nasılsa çorap söküğüdür bir kez sözünden dönmüşsen sonrası kolay] gel otur konuşalım kuralları birlikte koymayalım gidersen ben hep fal bakmak zorunda kalırım fallar çıkmadıkça seni ararım gidemezsin ben seninle oynamak istiyorum mızıkçılık yapmak yok var yok var tamam bazen var ama yine de sen iyi düşün ben çok değiştim artık eskisinden daha saçmayım kimseye derdimi anlatamıyorum ama herkes beni anlıyor ama ben kendimi anlayamıyorum buna çok kafam kızıyor her şeye rağmen saklama kendini olmaz mı beraber keşfedelim ya da etmeyelim yapmadığımız her şeyi beraber yapmayalım çık dışarıya oynayalım!

Karsilasma - The Encounter

Karşılaşma

Sahnenin ortasında dört tarafı duvarla çevrili bir oda. Seyirciye dönük olarak bir kapı ve kapının sağına doğru geniş bir pencere bulunmaktadır. Kapının kolu kapının sağındadır.
Kadın, sahnenin solundan girer. Kapıyı çalar. Odanın içinde, kapının hemen arkasında ışık yakılır. Sessizlik. Kadın, kapıyı yeniden çalar. Sahnenin solundan başka bir kadın gelir. Kolunu çevirerek kapıyı açar. Kapı içeri doğru açılır. Kadınlar odaya girerler. Kapı kapanır.

* Merhaba.
- Merhaba.

Kadın pencerenin önüne, yüzü sağa dönük şekilde oturur.
Uzun sessizlik.
Kadın ağlamaya başlar. Kapı açılır. Kadın ayağa kalkar, kapıdan dışarı çıkar. Sahnenin soluna yürür. Kapının ağır ağır kapanmaya başlamasıyla geri döner ve tekrar odaya girer. Önceden oturduğu yere, aynı şekilde oturur.

- Su ister misin?
* Evet, teşekkür ederim.

Kısa sessizlik. Kadın, önündeki sehpaya konan bardaktaki suyu içer.

- Senin için ne yapabilirim?
* Anlat.
- Anlatamam. Senin kadar bile bilmiyorum ben.
* Ben de senin kadar bile bilmediğimi düşündüm hep.
- Belki denersek anlatabiliriz birbirimize, bildiklerimizi.
* Önce kim başlayacak?
- Sen.
* Olur.
- O gece ne oldu?
* Konuştuk. Kararı bana bıraktığını söyledi. Soğukkanlılığı beni çileden çıkarıyordu. Durumu öyle donuk bir şekilde anlattı ki, içimden geldiği gibi ağlayamadım bile. Sonra seviştik.
- Kim başlattı sevişmeyi?
* O başlattı. Anlatacakları bittiğinde ya hemen cevap vermeni bekler, ya da sevişmek ister zaten. Kendi hissettiklerimi anlattım. Bir dakika... Galiba bu hepsinden önce olmuştu. Ondan sonra uyuduk.
- Sabah ne oldu?
* Kararımı söyledim ona. İstediği cevap bu olmadığı için mızmızlanmaya başladı.
- Ama hep kararına saygı duyduğunu hissettirecek hileler yapar, değil mi?
* Tabii ki. Kararımı değiştirmem için bundan iyi bir taktik olamaz.
- Ama değiştirmedin kararını?
* Doğru. Gerçi ben de bilmiyorum bu sefer neden yutmadığımı bu numarayı.
- ...
* Sen anlat.
- Ne anlatsam? Bana, geri döneceğini söyledi. Bilmem, belki son günleri dolu dolu yaşayabilmek için öyle bir şey uydurmuş, sonra da sözünü geri alamamıştır. Belki gerçekten dönesi vardı. Belki de hayatında bir kez olsun bir karar almak ve o kararın peşinden gitmek istiyordu; bu da bana denk geldi.
* Öyle bile olsa, sana niye söylesin ki?
- Bağlayıcılığı olsun, sözünden dönemesin diye olabilir mesela.
* Eh, her üç ihtimalde de, seni elden kaçırmamak ana hedefiyle davrandığını söyleyebiliriz.
- Seninle de öyle olmamış mıydı? Kendin anlatıyordun, sana benden bahsetmek konusunda ne kadar geç davrandığını.
* Daha sana bundan bahsetmemiştim ben.
- Doğru. Ama zihnin içinde tarihsel sıralama olmaz ki.
* Doğru.

Uzun sessizlik.

* Şimdi ne yapmalıyız?
- Bilmiyorum. Çok uzun zamandır haber vermiyor bana hiç.
* Benim de telefonlarıma cevap vermiyor.
- Şu anda anlatabileceği ne olabilir ki zaten?
* Ben biliyorum galiba. Daha demin bahsettiydik.
- Anlıyorum. Elden kaçırmama konusuna bağlayacaksın bunu.
* Sence çok mu acımasız davranmaya başladım.
- Yoo, benim de aklıma gelmişti, ama sen onu daha yakından tanıdığın için senin söylemeni bekledim.
* Kimse onu yakından tanımaz ki.
- Doğru.

Kadın ayağa kalkar.

* Gitmeliyim.
- Belli olmaz o. Belki de ben gitmeliyimdir.
* İkimizin birlikte gitmesine ne dersin?
- İyi fikir, sence bunu başarabilir miyiz?
* Bilmiyorum, ama başarabilmeliyiz.
- Doğru.

Kapıya yönelirler. Kapının kolunun zorlandığı görülür. Kapı açılmaz. Işık söner. Kapıyı zorlama sesleri duyulur. Işık yanar. Sessizlik. Işık söner.

Perde.



The Encounter

A room with four walls around, in the middle of the stage. A door facing the audience and a broad window to the left of the door. The door’s handle is to the right of the door. Woman enters from left. Knocks at the door. Inside the room, right behind the door, a lamp is turned on. Silence. Woman knocks at the door again. Another woman enters from left. Opens the door using the handle. Door opens inwards. Women enter the room. Door is closed.


* Hello.

- Hello.


Woman sits down in front of the window, facing right.

Long silence.

Woman starts crying. Door is opened. Woman stands up, goes out of the room. When the door starts closing slowly, returns and enters the room again. Sits down in the same place, in the exact same position.


- Want some water?

* Yes, thank you.


Short silence. Woman drinks the water that was put on the table in front of her.


- What can I do for you?

* Tell.

- I can’t tell. I don’t even know as much as you do.

* And I always thought I didn’t know as much as you do.

- Perhaps, if we try, we may be able to tell each other what we know.

* Who’s going to start first?

- You.

* Okay.

- What happened that night?

* We talked. He told me that he left the decision to me. His calmness was driving me crazy. He explained the situation so dully that I couldn’t even cry as much as I needed to. Then we made sex.

- Who started the sex?

* He did. Anyway, when he’s finished with what he was to tell, he either wants an immediate answer, or to have sex. I explained how I was feeling. Wait… Probably that happened before everything else. After that, we slept.

- What happened in the morning?

* I told him about my decision. He started weeping as it wasn’t the answer he wanted.

- But he always makes small tricks to make you feel he respects your decisions, doesn’t he?

* Of course. There can’t be a better strategy to change my decision.

- But you didn’t change your decision?

* True. However, even I don’t know why I didn’t fool this time.

- …

* Now you tell.

- What can I tell? He told me that he’ll be back. I don’t know, maybe he made it up just to live the last days joyfully, and then couldn’t take his words back. Maybe he really meant to come back. Or maybe, for the first time in his life, he wanted to make a decision and stick to it; and that coincided with me.

* Even if so, why would he tell you that?

- So that it becomes binding, so that he can’t break his words, for instance.

* So, in any of the three cases, we can say he acted according to the main goal of not slipping you away from his hands.

- Hasn’t it happened the exact same way with you too? You yourself were telling how late he acted about telling you about me.

* I haven’t told you this yet.

- True. But there are no historical orderings in the mind.

* True.


Long silence.


* What should we do now?

- I don’t know. He hasn’t contacted me ever since.

* He’s not answering my calls as well.

- What can there possibly be that he could tell?

* I think I know. We just talked about it.

- I see. You will link it to this not slipping away from hands thing.

* Do you think I’m being too cruel?

- No, it came into my mind as well, but I waited for you to say as you know him more closely.

* No one knows him closely.

- True.


Woman stands up.


* I should go.

- It depends. Perhaps I should go.

* What do you say, should we both go?

- Good idea, do you think we are able to?

* I don’t know, but we must be.

- True.


They head towards the door. The handle is seen to be forced to open. Door remains closed. Light turned off. Sounds of the forcings on the door to open it. Light turned on. Silence. Light turned off.


Curtain.

Vincent van Gogh

Entrance of the Hospital, 1889






















The Starry Night, June 1889



















The Round of the Prisoners, 1890

Direnim - Resistance

Sevgisiz günlük,

Bu sabah çok geç uyandım. Kahvaltıyı bir kahve ile geçiştirmeye karar verdim. Sonrasında bir süre yemek pişirdim.

Öğleye doğruydu, hava rüzgarlı ama çok sıcaktı; mutlu olmayı hiçbir zaman istememiş olduğumu fark ettim. Bugüne kadar bariz mutluluklardan hep kendi özgür irademle uzaklaşmayı seçmiş olduğumu anladım.

Öğle yemeği olarak omlet yedim. Sabah sabah soğuk süte kahve koyup içmenin bağırsaklarıma kötü geldiğini hissettim. Karnımı sıcak tutmaya çalıştım.

Akşamüstüne doğru patlıcan közlemeye başladım. Tahmin ettiğimden uzun sürdü. Ama bu sırada bulaşıkları yıkamaya zamanım oldu.

Bulaşıkları yıkarken fark ettim ki, özgüvenimin yerine geldiğini en çok hissettiğim anda bile kendimi hayal kırıklığına uğratmayı başarabiliyorum. Belki de beklentilerimi aşağı-yukarı çekmek yerine sağa-sola oynatmalı, ters falan çevirmeliyim.

Mutfak pırıl pırıl olduğunda kendimden iğrenecek kadar düşünme fırsatım olmuştu. Bu yüzden hemen denize girdim. Denizden çıktığımda içim karmakarışıktı. Ne istediğimi, niye istediğimi bilemiyordum. Ama bir şey fark etmiştim. Eskiden beri kendimi övmekte kullandığım kimsebenianlamıyorvezatendeanlayamaz'cı safsatam artık bana bile inandırıcı gelmiyordu. Herkes pek de güzel beni anlayabiliyordu, ben hariç.

Sonra duş aldım. Duştan sonra akşam yemeği yedim. Yemekten sonra bir arkadaşımla buluşup onun için çok önemli olan bir hiçlikle ilgili uzun uzadıya konuştuk. Canımın sıkılmasına zaman tanımadan eve döndüm. Munch'un Ashes isimli resmine on dakikalık bir saygı duruşunda bulundum. Bir şeyler yazmak istedim, yazamadım. Bir şeyler okumak istedim.

"I won't do it again." cümlesindeki kararlılığın, cümlenin 101 kez tekrarlanmasıyla ne kadar net bir kararsızlığa dönüştüğünü düşündüm. Tuvalete gidip masturbasyon yaptım. Çünkü böylece kendimi olduğumdan da yalnız hissedebiliyordum.

Zorlama bir melankoliyle yatağa gittim ve van Gogh'un hayatını okumaya devam ettim. Uyuduğumda saat gece yarısını geçiyordu. Rüyamda bu yazıyı kimsenin okumadığını gördüm.




Undear diary,

This morning, I woke up too late. I decided to pass off the breakfast by a coffee. Afterwards, I cooked for some time.

It was around noon, it was windy but way too hot; I realised that I have never wanted happiness. I understood that until now, I free willingly moved away from obvious joys.

For lunch, I had an omelette. I felt that putting coffee in cold milk and drinking it at the crack of dawn was bad for my intestine. I tried to keep my stomach warm.

Around afternoon, I started to grill some aubergines. It took longer than I guessed. But meanwhile, I had time to wash the dishes.

While washing the dishes, I realised that even at moments when I feel mostly self-confident, I was still able to disappoint myself. Perhaps, I should not pull my expectations down-up, but rather push them to the right and to the left, or turn them upside down or something.

When the kitchen was brightly shining, I had had time to think enough to get disgusted from myself. Hence, I immediately went swimming. When I was out of the sea, I was all mixed up inside. I couldn't know what I want, or why I want. But I realised one thing. The nonsense called nooneunderstandsmeandtheycantanyway that I used to praise my self ever since, was not convincing for me any more. Everybody understood me very well, except me.

Then, I took a shower. After the shower, I had dinner. After dinner, I met one of my friends and we talked on a nonexistent subject that was of highly importance for him. I went back home before I got too bored. For ten minutes, I showed my respect to Munch's Ashes. I wanted to write something, I couldn't. I wanted to read something.

I thought about how the determination in the sentence "I won't do it again." turns into a clear indetermination when the sentence is repeated 101 times. I went to toilet and masturbated. Because that way, I could feel more lonely than I actually was.

I went to bed with a forced melancholy and continued reading the life of van Gogh. When I fell asleep it was passing the midnight. In my dreams, I saw that no one read this writing.

Edvard Munch

Vampire 1893
The Day After 1894-95

Evening on Karl Johan Street 1889