Devrimcinin Galaksi Rehberi



Hayır efendim, hiç de bile insanlar kolaya kaçmıyorlar düşünürken. Aman efendim, insanlar hiç de sorgulama konusunda tembel değiller. Canım efendim, insanları kandırmak bu kadar kolay olaydı, bunca propagandayı neden yapsınlardı?

“Vahşi” bir sosyalist devlet düşünün. Düşünün canım işte. Kuzey Kore'yi anlatıyorlar ya televizyonda.. Çin'i, Sovyetler'i... Hani çok despotikmiş ya, hani demokratik değilmiş ya. O anlatılandan daha kötüsünü hayal ediniz monşer. Bir dükkana giriyorsunuz, her yerde yöneticilerin resimleri asılı... Oğuzcuğum Atay'a selam verelim, Çinli olsun yöneticimiz, ismini de Len-Sta-Troc-En koyalım. İlla ki biz solcular diktatörüzmüş ya, haydi for-the-sake-of-argument diktatör olalım. Nerede kalmıştık matmazel ay şey pardon madam? Dükkandaydık. Ne dükkanı olduğunun bir önemi yok, sizin hayal gücünüze kalsın. Sağınızda, solunuzda, önünüzde, her yerde Len-Sta-Troc-En yazıyor; resimler, posterler, fotoğraflar.. Yaratıcılığınızı özgür bırakınız efendim, bir de müzik olsun, müzikle birlikte sürekli parti programı okunuyor olsun. Kapının önünde ışıklı panolarda sosyalizmin ne kadar da ahım şahım bir şey olduğu yazsın. Yerde izmarit, etrafınızda parti propagandası (denizde kum görecek halimiz mi kaldı); siz düşünün. Egsajere ediniz beyefendiciğim; herhangi bir büroda, her duvarda, her masada, gözünüzün alabildiği her yerde parti propagandası hayal ediniz.

Ne korkunç, değil mi? Zeusuma bin şükür sosyalist bir dünyada yaşamıyoruz... wait, what?!

Şimdi, moda deyimiyle bir ci-es-em operatörünün hizmet noktasına, normal deyişiyle türksel bayiine gidin. Girip bir adım atın. (Denedim ben, o bir adımı atmayınca girip çıkanlar kızıyorlar.) Etrafınıza bakın. Durduğunuz noktadan okunabilecek şekilde kaç yerde türksel yazdığını sayın. (Üşenenler için bir ipucu vereyim: Eğer dükkan 15 metrekareden büyükse, 200'ün üzerine çıkacağınıza bahse girerim; eğer 15 metrekareden küçükse, büyük ihtimalle 200'ün üzerinde bir sayı bulacaksınız ama bahse girmem.)

Sayacınızı sıfırlayın; herhangi bir bankaya gidin, sıra numalarının gösterildiği ekranı görebileceğiniz (yani herhangi bir müşterinin duracağı) bir yerde durun. Etrafınıza bakın. Saymaya başlayın. Unutmayın, her şeyi değil sadece bankanın isminin yazılı olduğu noktaları saymanız yeterli. Bak süpermarkete göndermiyom, dua edin bana. (Benim için değil, direkt bana dua edin.)

Ne tuhaf, değil mi?

Burjuvazinin aklı, kuş aklı: Eğer bir diktatör tüm ekonomiyi yönetiyorsa, buna faşizm diyor. Eğer birden fazla diktatör (Rockefeller, Coca Cola, BP, Unilever falan filan) hep beraber yönetiyorlarsa, buna demokrasi diyor. Diktatörlerin özgürce birbirileriyle kapıştıkları, birbirilerine özgürce taviz verdikleri duruma demokrasi diyor. Bu demokraside tabii ki adalet mülkün temeli oluyor, cik diyen terörist sayılıyor.

Nereden nereye geldik hanımefendiciğim. Affınıza sığınıyorum, üzerinize afiyet biraz alkollüyüm de... İnsanlardan bahsedecektim, yine sistemden mi bahsedeyazdım? Lafı toparlayalım.

Eğer biz bu özel mülkiyet rejimini bu kadar içselleştirdiysek.. eğer biz kendi halimize bırakılınca tembel tembel oturuyorsak, hiçbir şey sorgulamıyorsak... eğer biz zaten ebleh geldik ebleh gideceksek... o zaman bu herifler -afedersiniz- niye bu kadar masraf ediyorlar? Niye her yana reklam panosu koyuyorlar? Niye beş vakit ezan okuyorlar? Niye televizyonda, gazetede, her yerde, dur otur aynı -nasıl desem- kakadan replikleri tekrar ediyorlar? Hayır çok da masraflı iş ha! Madem biz bu kadar kolay manipüle oluyorduk, o zaman bu baskı rejimine ne gerek varmıştır?

Neyse yoldaş, sözü uzatmayayım. “Halk” dediğimiz şey bir acayip mahluk, orası kabul. Ama yöneticilerin korktuğu kadar da bizim güvenmemiz gerekir bu mahlukata. Sırf altta kalmayalım diye de değil ha ! Yok efendim halkımız apolitikmiş de, umutsuzmuş da.. Bak unutma, bu lafları dur otur tekrarlayan da yine aynı eşek sıpaları, yine aynı yönetici sınıfı. Yemezler, binaenaleyh yedirirler !


No comments:

Post a Comment