What can the Portuguese learn from Turkish elections?

In June elections, HDP passed the 10% legal threshold and therefore AKP lost majority.

AKP (government) 40% - 258 seats
CHP (social democrats) 25% - 132 seats
MHP (nationalists) 16% - 80 seats
HDP (Kurdish-socialist alliance) 13% - 80 seats
 
President Tayyip, still the background leader of AKP, first gave the government responsibility to AKP leader Ahmet (a.k.a. the squirrel man), who killed all his legally allowed time in futile negotiations.

Then, Tayyip refused to give the 60% a chance, and instead organized the Suruç massacre that not only killed some of the most beautiful 35 people in the world but also started a civil war between the Turkish state and the Kurdish movement, breaking with the years-long cease-fire. (This civil war later included the Ankara massacre, the single most violent attack in Turkish history.)

Tayyip called for early elections on November 1st - his legal “right” as a president, mind you. Several fine-tuning and rearrangement strategies were used to give the “right” results:

  • Civil war fed nationalist hysteria, moving votes from MHP to AKP in an attempt to secure single-party government fighting against terrorism.
  • It also allowed extra-ordinary measures to be taken in the Kurdish cities, shuffling voting zones and ballot boxes, together with strong police presence during the elections.
The preliminary results:

AKP 49% ~ 315 seats
CHP 25% ~ 135 seats
MHP 12% ~ 40 seats
HDP 10% ~ 60 seats

This gives AKP a majority government.

Tayyip did not follow the constitution or law. He followed his class interest above all, never let his power put in question, reconsidered his strategy (not his objectives nor his legitimacy), and advanced. He has the power, so he had all the space for maneuvering around the voting system.

We did our best but, under direct attack, we failed to prevent this large scale manipulation and cheating campaign.

Coming back to Portugal, three weeks ago, the right-wing coalition lost majority. After long negotiations, Cavaco gave the responsibility of forming government to Steps Rabbit, although he didn't seem to have a chance at the time. Many commentators discuss whether this was a coup or not, how Cavaco should have acted etc.

Cavaco knows what is in favor of his class interest, and he is following it. He will never be bothered by the constitution and such.

To be clear: PaF needs time, not in order to open civil war as in Turkey, but in order to produce an anti-communist hysteria within PS to make them surrender. Cavaco had the power to give them that time, so he did.

Those whose analyses are trapped inside bourgeois legality will never understand the class character of Cavaco's move.

But we have this burning example in front of us, an example of urgent left-wing strategy failed, from which we can try to learn what to do now: What to do instead of waiting for them to run their strategy until their victory.

***

PS: If Turkish politics is too complicated for you to catch the context, read about the 1917 Revolution. Read “Ten Days That Shook The World” to see how same legal tricks were used to avoid radical change in the society. (Well, in this case, it will not be an example of failed strategy though.)

Capitalism: excerpt from the film Climate Crisis


Capitalism: excerpt from the film Climate Crisis,
by Sinan Eden & Barbara Santos

The trailer of the film can be watched here:


Sezaryen

Asistan doktor ameliyathaneden çıkıyor, endişeli görünüyor, maskesini indiriyor ve "Sezaryen sırasında çok komplikasyon çıkacağa benziyor." diyor.

Herkes panik içinde odaya doluşuyor.

Sen, o doğumu yürüten doktorsun. Her kafadan bir ses çıkıyor, ayılanlar bayılanlar, bağırıp çağıranlar... Evet, doğum zorlu geçiyor, eski yeniye direniyor.

Evet, ortalık karışık. Ve evet, senin görevin doğumu tamamlamak. Çocuğu sağ çıkarabilir miyiz, doğduğunda sağlığı yerinde olur mu, bilemiyorsun. Ama doğum yapılmazsa hem çocuk hem anneyi çürümeye terk etmiş olacaksın. Bu doğum, sırf anneyi kurtarmak için bile olsa tamamına erdirilmeli.

*

Gözlerini kapatıp beşe kadar sayıyorsun, derin bir nefes alıyorsun. Ve hızla etrafındakilere:

- Sen! Bağırıp çağıracağına şu bayılan kadını al dışarı çıkar, yüzüne su serp!

- Sen! Evet biliyorum kan gölü oldu ortalık. Sezaryenle doğum yapıyoruz, grip aşısı değil. Git havlu getir, temiz su getir.

- Sen! Git sigaranı dışarıda iç.

- Sen! Evet biliyorum canın acıyor. Ve evet biliyorum eskiden bu kadar sık ve bu kadar yoğun değildi acı. Ama işte doğumun vakti geldi, başka yolu yok bu doğumu yapacağız beraber. Yoksa seni de kurtaramayabiliriz, ve ben de bunun sorumluluğuyla baş başa kalırım ömür billah. Derin nefes al ver, istediğin kadar bağır, dilersen eşini çağıralım elini tutmak istersen?

- Sen! Yahu kardeşim böyle ameliyatın videosu mu olurmuş?! Atın şu herifi dışarı!

- Hemşire! Ne konuşup duruyorsun orada? Neymiş efendim, hiç böyle belalı bir ameliyat görmemişlermiş! Lafa bak! Git yeni eldiven ve neşter getir bana. Şu kadına da sakinleştirici iğne yapın biriniz gevezelik edeceğinize!

- Sen! Gözünü şu ekrana dik bak bakalım göstergeler normal mi gidiyor!

Bu bir seçenek.

*

İkinci bir seçeneğin de var.

Gözlerini kapatıp beşe kadar sayıyorsun, derin bir nefes alıyorsun. Gözlerini açıyorsun, maskeni ve eldivenlerini çıkarıyorsun:

- Evet lanet olsun kadının çok canı yanıyor, kanama almış başını gitmiş, tüm aile başıma üşüşmüş, hemşireler panik halinde. Yok hocam ben bunu yapamıyorum, olmaz bu iş.

Ve çıkıp gidiyorsun. Anne ölüyor, çocuk ölüyor, belki ayrıca ailenin yaşlılarından birileri de kalpten gidiyor.

**

Tayyip ülkeyi göz göre göre kendi düşüşü ile toplumsal çürüme arasında bir seçime kıstırmaya çalışıyor. Ama Tayyip'in vadesi gelmiştir. Buradan Tayyip'in çıkarına uygun bir çıkış yok.

Geliyoruz. Toplumsal barış ve adalet için geliyoruz. Emin adımlarla.

Soğukkanlılığımızı korumamız ve sabırlı davranmamız lazım. Bu daha hâlâ başlangıç çünkü. Şu doğumu tamamlayalım, daha bir de çocuğu belki ayrıca ameliyata almak gerekecek, kim bilir?

Tayyip daha da bozmaz artık dediğimiz her an daha da bozdu bozdu bozdu, önünü alamadık öyle bozdu yani. Bu daha hâlâ başlangıç, bunu aklımızda tutalım.

Gezi'deki başlangıçtan buraya geldik işte, ama yolumuz uzun. Bu doğumun uzman doktorlarının sabır, soğukkanlılık ve kararlılığa ihtiyacı var.

**

Şunları tekrar tekrar hatırlatmalı önümüzdeki aylarda.

- Adıyaman raporları: HDP'nin Diyarbakır mitingine düzenlenen bombalı saldırıda MİT'in kilit rolü hakkında gırla somut kanıt var.

- Suruç katliamı: IŞİD bu saldırıyı üstlenmedi.

- AKP'nin yeni savaş tezkeresi: Bu tezkere, eğer seçim anketleri böyle giderse, işlerine gelmediği noktada seçimleri erteleme bahanesi olacak. CHP ve MHP buna aktif destek verdi.

Her şeyi bu kadar aleni yapmaları, gardını almadan pata küte girişen bir boksörün telaşına benziyor. Evet çok güçlüler, ama hayır hiç de ne yaptıklarını bilmiyorlar, çok açık veriyorlar.

Yüzdük yüzdük kuyruğuna kadar geldik, umutlu olmak için hiç bu kadar sebebimiz olmamıştı.


Tekrar: Sabır, soğukkanlılık, kararlılık.

Sana söz yine baharlar gelecek.


İklim Değişiminin HDP'yle Ne Alakası Var?

§1. İnsanlık tarihinin en vahim ve en acil sorunu küresel iklim değişimidir. Bu sorun, başka birçok sorun gibi, yapısal; ancak diğer sorunlardan farklı bir yönü var: İklim sistemindeki geri besleme mekanizmaları sebebiyle, ısınma ve beraberinde gelen kuraklık, deniz seviyelerinde artış, türlerin ortadan kalkması, sıcaklık rekorları, fırtınalar, küresel su ve gıda kıtlığı gibi sorunlar çok çok kısa bir süre sonra kontrolümüzden çıkacak. Küresel iklim değişimi, çözmek için 20-30 yıl zamanımız kaldığı için diğer sorunlardan niteliksel olarak farklıdır. 

Ben neredeyse tüm politik vizyonumu iklim adaleti perspektifiyle oluşturuyorum.

Örneğin kentsel dönüşüm projeleri, İstanbul'daki 3. havalimanı ve 3. köprü projeleri, Gezi parkı (veya herhangi bir başka park) yerine AVM yapılması, termik santral projeleri ve genel olarak ekonomik büyümeyi diğer her şeye önceleyen tüm kalkınma takıntılı projelere karşı direnişler bana umut veriyor. Ancak bunun yanında, işçi direnişleri, uluslararası serbest ticaret sözleşmelerine karşı kampanyalar, özelleştirme karşıtı mücadeleler de, bizi bu “şarampole yuvarlanma” durumuna getiren şirketlerin gücünü azalttıkları ve gerçek bir çözümün önünü açtıkları için bana umut veriyor.

§2. Bir de, Haziran ayında seçim var.

Hiçbir parti, bizi yokuş aşağı devrilmekten kurtarma ihtimali olan “otuz beş yıl içinde en az yüzde 65 emisyon azaltımı” hedefinden bahsetmediğine, politik masterplan'ını iklim-körü olarak oluşturduğuna göre, ben bir iklim aktivisti olarak oyumu “inanarak” değil, “stratejik olarak” vereceğim.

Kendime sorduğum soru şu: Hangi seçim sonucu, benim de dahil olduğum küresel iklim adaleti mücadelesi açısından Türkiye'yi hedeflerimize daha yakın kılar?

§3. Önce bir konuyu açıklığa kavuşturayım: “Otuz beş yıl içinde en az yüzde 65 emisyon azaltımı” dediğim, bir siyasi talep değil, bilimsel bir veri. Bildiğimiz anlamda dünyanın bekası için bunu yapmak mecburiyetindeyiz. Ortada bir pazarlık payı yok.

Bu azaltımın yapılması ve adil, sürdürülebilir ve hakkaniyetli biz vizyonla yapılması ise benim siyasi hedefim.

§4. Önümde şu senaryolar var:

A HDP barajı geçer ve AKP'ye sırt çevirir. Bir siyasi belirsizlik oluşur. (AKP başka bir partiyle koalisyon kurabilir. CHP liderliğinde tuhaf bir koalisyon olabilir. Daha başka, benim şimdi tahmin bile edemeyeceğim şeyler olabilir.)

B HDP barajı geçer, AKP ile koalisyon kurar veya AKP iktidarına güvenoyu verir.

C HDP barajı geçer ama AKP yine de tek başına iktidar olur.

D HDP barajı geçemez, AKP allem eder kallem eder tek başına iktidar olur, hatta belki tek başına anayasayı değiştirebilir bir çoğunluk bile elde edebilir.

§5. HDP'yle ilgili tartışmanın büyük çoğunluğu A ve B senaryoları kıyaslanarak yapılıyor. Oysa hem A hem de B senaryosu, sonuncu senaryodan, yani D senaryosundan daha iyidir. D senaryosu, iklim mücadelesinin Türkiye'deki geleceği için en kötü konfigürasyondur.

A senaryosu iklim mücadelesi için en iyi durumdur.

B senaryosunun “pürüzsüz” ilerlemeyeceğini, bunun bizlere hareket alanı açabileceği düşünüyorum. Bu alanın “HDP içinde” ve/veya “HDP tarafından” açılmasına gerek yok. B senaryosunda AKP'nin şimdi olduğu gibi kafasına esen yasayı geçirmeyeceğini varsaymak için yeterli veri var elimizde.

C senaryosu ise sanırım pek mümkün değil. Gerçekleşirse, benim (iklime) oyum etkisiz eleman olacak.

§6. HDP, kendi ideolojik sınırları dahilinde, ekoloji mücadelelerine, daha genel olarak adalet mücadelelerine taraf olmuş bir parti. HDP'nin barajı geçmesinin ekoloji mücadelelerine bir miktar enerji kazandırabileceğini düşünebilirim. (Örn. Sırrı Süreyya'nın Gezi'de kepçenin önüne geçmesi)

§7. Sonuçta benim tüm bu olan bitenden anladığım şudur:

7 Haziran gecesi ben de herkes gibi seçim sonuçlarını takip ediyor olacağım. 

HDP'nin barajı aşamadığı durumda önümüzde sadece “Lanet olsun, yine mi?” umutsuzluğu kalacak. Ben iklim için mücadele etmeye devam edeceğim elbette; ancak etrafımdakileri bir eyleme, direnişe, toplantıya katılmaya motive etmem çok daha zorlaşacak. Geçtiğimiz seneye damgasını vuran çaresizlik hissi yayılacak.

HDP'nin barajı aştığı durumda ise konuşmaya, eylemeye başlayacağız. Herkes “olanaklar”ı, “tehlikeler”i, riskleri konuşacak. Neler yapabileceğimizi, nelere dikkat etmemiz gerektiğini tartışacağız.

§8. Hatta şu basit soruyu soruyorum kendime: Seçim oldu bitti ve 8 Haziran'da İstanbul'dayım diyelim. “Akşamüstü Gezi'ye gidelim mi?” sorusu hangi durumda nasıl bir duygu yaratır?

§9. Benim bu seçimde oyum ve desteğim HDP'ye.

Bugünden itibaren otuz beş yıl içinde tüm toplumsal yapıyı kökten değiştirecek bir yol haritası olan ve bu yolda ilerleyebilmek için HDP'ye oy vermemek gerektiğini bana gösterebilecek olan varsa dinlemeye hazırım.

§10. İklim hareketi 30-31 Mayıs tarihlerini Küresel Eylem Günü ilan etti. Bu tarihlerde dünyanın birçok yerinde “sorumlular” vurgulanarak etkinlikler düzenlenecek. Ardından 26-27 Eylül tarihlerinde “çözümler” vurgusuyla protestolar gerçekleşecek. Ardından da, 30 Kasım – 10 Aralık tarihlerinde Paris'te yapılacak İklim Zirvesi (COP-21) boyunca tüm dünyada birçok (bir kısmı sürpriz) eylem yapılacak.

7 Haziran'da oyunu HDP'ye ver, diğer tüm günlerde gel iklimi değiştirenlere karşı, sistemi değiştirelim.


Oyunu HDP'ye, enerjini iklim adaletine, tüm yeşil erikleri de bana ver.

Musée des Beaux-Arts de Lyon

Wifredo Lam - La Réveil du Printemps, 1973

Raymond Grandjean - Paysage Urbain, 1953