Telefonun alarmını üçüncü kez ertelediğinde birden hatırladı neden bir Cumartesi günü alarm kurmuş olduğunu. Yorganı kenara itti. Panjurların arasından güneşin ışınları sızıyordu odaya. Kararlı bir hamleyle doğruldu, yataktan kalktı, panjurları ve pencereyi açtı. Böylece, geri dönüşsüz olarak, uyanmış olduğunu ilan etti kendine.
Bir mesaj fark etti telefonunda. Cnm gece arkadslrla cktik, anck simdi donuyrm eve. Bizm bulusmayi 2ye alsk olr mu? optm . Bir de, daha yüzünü yıkamadan Facebook'unu kontrol ederek güne başlayanları eleştirirler. Kafam çalışsa, yorganın altından çıkmadan önce bakardım mesajlara. Şimdi geri yatsam uyuyamam, iyice huzursuzlanırım. Bari faydalı bir şeyler bulayım yapacak.
Telefon elinde, tuvalete gitti. Sinirle mesaja tekrar baktı: Sent 4:21. İnsan gece geç saate kadar sürteceğini sabaha karşı mı fark eder? Facebook. Saat 1:47'de selfie koymayı bilmişsin bak. Neyse, en azından saat dört buçukta bana eve gittiğini söylemeyi akıl edecek kadar ayıkmışsın: Eve dönüyorum. Hala dışarıdayım değil. Dönüyorum değil. Eve dönüyorum. Eve gidiyorum da değil. Gecenin bittiğini, sabah yalnız uyanacağını ima eden küçük seçimler gizli sözcüklerinde. İçimi rahatlatmak gelmiş aklına sabahın dördünde. Bu da bir şeydir. Sifonun düğmesine bastı.
Mutfağa gitti. Akşamdan kalan iki tencere, içleri su dolu. Şimdi yıkamak kolay olur. Önce bulaşıklığı boşaltmaya başladı. Biraz yer açılır gibi olunca mutfağın kapısını çekti. Suyu açtı. Gitti bulaşık eldivenlerini geçirdi ellerine. Teki sarı, diğer teki pembe. Geldiğinde su ısınmıştı bile. Hızla yıkadı tencereleri. Dikkatle durulamaya başladı. Ydi barik. Yeni boşalmış reçel kavanozu çarptı gözüne. Hazır elim değmişken. Önce fırçayla reçel kalıntılarını temizledi, sonra deterjan. Kara fırtın. Kavanoz durulamak karışık iş. Her yanı cam olduğundan, her bir deterjan köpükçüğü rahatça fark edilir. Orayı sudan geçireyim derken eldivenin bir köşesinde kalmış başka bir beyaz köpük zıplar kavanoza. Aniden musluğu kapattı. İki saniye süren sessizlik. Ardından: Haydi barikata, haydi... Alarm! Telefon? Tuvalette. Koştu.
Susturdu aleti. İnsan uyanınca kendiliğinden iptal olan erteleme özelliği icat edemediler. Çok zor olmasa gerek. Herhalde uykumda like etmedim Arjantinli çiftçilerin eylem haberindeki fotoğrafları. Telefonun bunu tespit edip uyandığım sonucuna varması teknik açıdan kolay olmalı. Bu özelliği opsiyonel de yapabilirler. Ya da bir application olarak mesela. Umarım evdekileri uyandırmamışımdır. Eldivenin tekini çıkardı. Tuvalet kağıdıyla ekrandaki su damlacıklarını sildi. Telefon cebinde mutfağa döndü. Artık eldivene lüzum yok. Astı eldivenleri bir sandalyenin arkasına. Suları süzülsün. Kavanozu son bir kez sudan geçirdi. Olduğu kadar.
Odasına döndü. Hâlâ bitirilecek bir bildiri var, onu aradan çıkarsam. Hale bak. Çok biliyorsanız kendiniz yapın. Biri der sistem deyince yeterince açık olmuyor üretim ilişkilerinden bahsettiğimiz, sanki hükümetle sınırlıyormuşuz gibi oluyor söylemimizi. Diğeri der çok terim kullanıyoruz, bildiriyi okuyanlar ne dediğimizi anlamıyor, dilini basitleştirsek. Bu ikisini bir odaya kapatmak lazım, daha detaylı mı olsun daha basit mi, kendileri tartışıp kararlaştırsınlar. Her hafta bir yenisini yazıp dağıtıyoruz bu kağıtların. Gören de Nobel edebiyat ödülünü hedefliyoruz sanacak. Sonra toplantıda Kim yazar? dediğinde çıtları çıkmaz. Çıkınca da daha fena, matbaaya gidilecek günün sabahına anca yollarlar. Otobüste telefonundan imla hatası düzelt işin yoksa matbaaya giderken. Bazen diyorum eleştirilen her cümleyi çıkar öyle yolla.
Baskanlik çizgi diktatorluk çizgi final çizgi yorum çizgi duzeltmeler nokta doc. Bir haftasonu böyle başlamamalı. Ne var sanki brunch randevum ertelendiyse? İptal edelim dememiş ki, sadece üç saat sonra buluşmayı önermiş. İlk kez gece değil gündüz buluşuyoruz, ilk kez konser sinema tiyatro değil sırf sohbet etmeye buluşuyoruz. Hem zaman sınırı da olmadan. Gerçi şimdi çat diye sınırlamış oldu her şeyi, yedide büroya uğramam lazım. Onu yarına atabilir miyim ki acaba?
Giysi dolabını açtı. Giysi dolabını kapadı. Dolabın yanındaki koltuğun üstündeki kıyafet yığınını kaldırdı. İçinden iki tişört çekti. İlkini üstüne tuttu aynanın karşısında. Onun gözlerini düşündü, ve en sık giydiği lacivert gömleği. Bu yeşil tişört onun mavi gömleğinin yanında nasıl durur? İyice saçmaladım. Sevgili değiliz ki biz, en azından resmen değiliz işte. Birlikte konsere sinemaya gittik, birkaç kez de seviştik, ama şöyle oturup hayattan beklentilerimizi bile konuşmuşluğumuz yok. Hem Gevende dinleyip hem de çok sağcı olamaz herhalde, olabilir mi? Öyle az konuştuk ki kendimiz hakkında. Yeşil tişörtü ve mavi çizgili gri pantolonunu giydi. Evde pinekleyeceğime dışarı çıkayım bari, ne zamandır uğramıyorum eski kitapçıya. Defterini, kalem kutusunu, kitabını, ajandasını koydu çantasına. Sandaletlerini giydi, sepetten anahtarlarını aldı, cebinde telefonunu kontrol etti. Cüzdan. Sandaletlerini hızla çıkardı, odasına döndü, cüzdanını aldı. Bir ceket alsam mı? Telefonundan hava durumunu kontrol etti. Eh. Kim bilir belki akşama kadar hiç eve uğramazsam sonra üşüyebilirim. Kapıya yürürken göz ucuyla aynada siyah ceketini gördü. Elveda, renk uyumu kaygılarım, sizine daha da uğraşamayacağım. Çıktı.
Apartman ışıkları hâlâ çalışmıyor. Yönetici uyuzluğuna yapıyor, en üst kattayız diye, nasılsa 4 numaradaki yazlığında ya. Gidip konuşayım desen, sanki mesele fatura değilmiş gibi başlar sizin-daireye-giren-çıkan-belli-değil'lere, kızlı-erkekli'lere. Adam apartman yöneticisi, ama apartmanın elektrik faturasını zamanında ödetemiyorsun daha; benim oy verdiğim partiye oy versin en azından diyoruz bir de: elinde olsa benim bastığım merdivenden kaçınır.
Hava sandığımdan sıcakmış. Ceket elimde olursa belki yine renklerimiz uyumlu olur. Ay buna da taktım nedense.
Yokuşu çıkarken aklına geldi, mesaja hala yanıt vermediği. Olur. Ben zatn oralarda olucam. Geldiginde baldır carsinn girisnde buluslm. Gönder.
Bildirinin son halini göndermeyi unuttum! Durdu. Offf! Geri dönsem şimdi yarım saat kalkmam bilgisayarın başından. Saat? Daha 11 buçuk.
Derin bir nefes aldı. Yürümeye devam etti. Ev arkadaşlarına mesaj attı: Günaydın! :) Ben saskinligimdan duzelttigm dosyayi yollamayi unutp ciktim. Masa ustundeki doc.u gruba yollar msn? Şimdi biri mesajı görüp de tamam diyene kadar tırmalar içimi bu. Şu iki herif beni mi takip ediyor?
Durakta, gelen ilk otobüse bindi. Di-duut. Otobüs boş sayılır, arkada oturacak yer var galiba. Bu plastik tutamakların birinden diğerine geçerken insan kendini maymun gibi hissediyor. Yok, boş değilmiş; o koltukta hanımefendinin çantası oturuyor. Zaten orada mıydı, yoksa benim geldiğimi görünce mi koydu çantasını yanındaki koltuğa? Direğe yaslanarak çantasından kitabını çıkardı, açıp okumaya başladı. Üç durak sonra ineceğim, ama köprü girişinin trafiği hiç belli olmaz.
Beş dakika ve üç sayfa sonra indi. Merdivenler, koridorlar, merdivenler, turnikeler, daha da koridorlar. İlk iki metrobüs tıklım tıkış geldi ve geçti. Diğeri aslında o kadar da dolu değildi, ama daha boşu gelsin diye bekleyen ve saf tutanların arasından sıyrılmayı başaramadı. Dördüncüsü boş gelince de bu sefer herkes akın etti. Onun arkasında yarı dolu başka bir metrobüs görünce ona yöneldi, ön kapıdan bindi ve daha arkaya ilerleyemeyeceğini fark etti. Şoförün gözünden uyku akıyor. Haftanın kaç günü, günde kaç saat çalışıyorlar acaba? Kitabını açtı tekrar.
Köprüye geldiklerine okumaya ara verdi. Esasında çok güzel bir şehir olabilirmiş burası. Yazık. Sarayburnu'ndan geçen vapurlara baktı. Aslında, niye acele ettiysem. Madem zamanım vardı, vapurla sakin sakin geçebilirdim gayet. İnsan telaş etmeye de alışıyor.
Telefonuna göz attı. Yeni mesaj yok. Bahse girerim saat 3'ten önce gelmez. Kiminle giriyorsam bahse...
Nesrin'in yaptığı gibi Facebook'tan falan çıksam? Her an birbirimizi yüklüyoruz olumsuz haber ve yorumlarla. Yüklemesek daha mı az eylem yapacağız sanki? Son iki haftadır olanları bilmesem mesela, daha mı az öfkeli olurdum sisteme falan? Ya da daha az aktif mi olurdum mesela? Sadece etkinlikleri takip edip news feed'e hiç bakmamanın bir yöntemi olsa. Sözde, televizyonun olmayınca saçma ve sinir bozucu propagandadan kurtulacaktın. Ne oldu, şimdi de o görmek dahi istemediğin gazetelerin ve televizyon kanallarının söylediği aptalca lafları eleştiren internet haberlerini okuyorsun işte. O gazetenin müdavim okuyucusu bile bu kadar etkilenmiyordur, hızlıca başlıkları tarayıp spor ya da bulmaca sayfalarına zıplıyordur; bizimkiler evelallah üç bin tiraji olan gazetenin orta sayfasındaki köşe yazısının dördüncü paragrafından skandal üretiyorlar. O herifin o lafını bilmesem ne kaybederim? Her hafta bunlardan bir on tane azını bilsem mesela, belki daha rahat odaklanmaz mıyım okuduğum kitaba?
Kitabına döndü. Bir kolunu kapı ağzındaki direğin etrafından geçirdi. Dengesini sağlayacak şekilde bacaklarını araladı. Üç dakika ve üç sayfa sonra, metrobüs sallandı, gözlerini sayfalardan kaldırırken aracın sarsıntısıyla tutunduğu direğe başını çarptı. Metrobüs yoldan çıktı, karşıdan gelen araca çarptı. 4 ölü, 20'si ağır 67 yaralı.