Bilimsel


121221

Dağılıyor. Her şey parçalarına ayrılıyor. Entropi neşeleniyor. Parçalar yok oluyor. Termodinamik öfkeleniyor, sürece müdahale ediyor: Burada yok olan, orada inşa oluyor. Entropi söz alıyor. Oradaki inşaatın cıcığını çıkarıyor. Fizikçiler devreye griyorlar. Fizik işleriyle aşk işlerinin ayrılması talep ediliyor. Talep, azınlık oyuyla reddediliyor. Keza bir terkedilme, entropiyle ilişkilendirilmeyince dayanılmaz oluyor. Derken mantıkçılar söze giriyor. Böylece, terkedilme, entropiyle ilişkilendirilince de dayanılmaz oluyor.

Oysa, bütün bu bilim insanlarına ne oluyor? Dağılın, izlenecek bir şey yok. Film çekmiyoruz, acı çekiyoruz. Hiç saygı kalmamış, herkes her şeye burnunu sokuyor. Yeni dünyaya hoşgeldiniz. Analitik düşünmemek diye bir bahane artık iyi tanımlıdır. Tepe tepe kullanınız. Elinizde fazla varsa ihtiyacı olanlara dağıtılmak üzere ofislerimize bırakabilirsiniz. Analitik düşünmemeye muhtaç birlerce aç, yardımlarınızı bekliyor. Çıkarken kapıyı çarparak kapatınız, belki birilerinin dikkatini çekeriz. Film çekmiyoruz, dikkat de çekmiyoruz. Kaç kere söyleyeceğim canım? Dağılın. Dağınık kalın. Dağıldığınızla kalın.




Sansür kurulunun notu: Bu yazı tarafımızca sakıncalı bulunmuştur. Yazı işine gelmeyenler Bela Bulma Kurumu'na başvurmak suretiyle biletlerini iade edebilirler.


Kampanya yok.

121221

Yok.

Kalmadı.

Bitti.

Tükendi.



Not: Stoklarla sınırlıdır.

Tehlikeli Oyunlar

121221

Ayaklarının altındaki zeminin kaydığını hissediyorsun.

Her şeyi bir arada tutan o tuğla çekiliyor. Korkuyorsun. Tuğla, uzaklaşıyor. Dehşete kapılıyorsun.

Sonra:

Hiçbir şey başına yıkılmıyor.

O tuğlanın üzerine hiçbir şey inşa edilmemiş meğer.

Korktuğun başına gelmiyor. Korktuğun, en kötüsü değilmiş.


Intertwining map for narcissism

Preface

These notes are based on the lectures given in a series of nightmares between October and December 2012. The notes are self-contained and do not assume any preliminary knowledge of life, although some physics background could help for a stronger comprehension. However, the appendix may require some familiarity with the philosophy of philosophizing on politics.

The chapters are suggested to take one nightmare each, though the student may find it useful to elaborate on each subject by working out examples by the end of each chapter. The chronology of the facts were distorted in the presentation for pedagogical reasons. The student is therefore invited to go through the previous material before moving on to the next chapter.

The author is indebted to no one for any support whatsoever.


Chapter I: Fuck future plans

The science: Future is present relative to a few years ago when "future plans" were decided to be the defining basis.

The fact: Thus, the future is apparently designed by the protagonist to be that swamp in which the culprit sleeps on the couch while the protagonist cuddles with whomever is appropriate - particularly when the culprit happens to visit for a couple of days since months.

The result: The given set of conditions are exactly what is called not a relationship.

Conclusion: Ergo, fuck future plans.


Chapter II: Beyond the light spectrum

The science: Human beings radiate light that is not visible for their eyes, eg. through their skin. They are indeed capable of consciously producing more of it, eg. by running. That one can consciously produce it is not contradictory to the fact that one cannot observe it. Yet, there exists a technology that allows one to observe them by utilizing special eyeglasses.

The fact: The protagonist is time and space invariant under
1) being a civilized attention whore,
2) never admitting (1),
3) rationalizing her acts with respect to the master plan of blanketing (1) and (2), (See Appendix for an example.)
contrary to the classical claim of everything being in constant change.

The result: It is theoretically impossible to have direct communication with someone who has a rationalization for any crime she committed.

Conclusion: Ergo, "Fuck communication!" is a void statement in the absence of communication. (See Chapter IV for more details.)


Chapter III: Lies, hypocrisy, egoism

The science: "Slippery slope" is defined to be an argumentation fallacy of jumping from one statement to another without giving sufficient justification.

The fact:
premise. I am learning a lot from the discussions we have with him.
conclusion. Therefore I will sleep and wake up with him while you miserably masturbate on the sofa.
is a not-very-common example of the slippery slope fallacy.

The result: See rationalization (Chapter II).

Conclusion: Ergo, shit is being served warm in this restaurant.


Chapter IV: The zero element

The science: Some necessary conditions for communication are the presence of a transmitter, the existence of a message, and the presence of  receiver that processes the transmitted message.

The fact: "I will be suffering the consequences of this." is a clear attempt to communicate desperation, provided that the listener bothered to listen.

The result: Lack of communication is an invalid excuse. Communication requires some damn intention to communicate! (See Chapter III for lies &c.)

Conclusion: Ergo, x*0=0 for any real x.


Chapter V: Hope, optimism and other diseases

The science: A diver who went too deep into the ocean has two options:
i) get drowned, holding his/her breath as long as possible
ii) die of the bends, trying to quickly reach the surface.

The fact: One does not simply put a relationship on hold.

The result: Please make sure that you closed all the running programs. Resetting a relationship may cause loss of important personal data.

Conclusion: Ergo: "Off with his head!"


Chapter VI: Further reading

The science: Fuck theory.

The fact: Fuck practice.

The result: " 'I want a clean cup,'interrupted the Hatter: 'let's all move one place on.'
He moved on as he spoke, and the Dormouse followed him: the March Hare moved into the Dormouse's place, and Alice rather unwillingly took the place of the March Hare. The Hatter was the only one who got any advantage from the change: and Alice was a good deal worse off than before, as the March Hare had just upset the milk-jug into his plate."

Conclusion: Ergo: " 'At any rate I'll never go there again!' said Alice as she picked her way through the wood. 'It's the stupidest tea-party I ever was in all my life!' "


Appendix: Political chantage

The science: Universally, any argument is won by referring to revolutionary ethics.

The fact: "What does this act serve for?" is a statement that can be applied at any time when the protagonist is not willing to discuss.

The result: Marx used to spend some of his nights with his family, they used to read out passages from Shakespeare, and they actually enjoyed it. This possibly proves Marx being attached to aristocratic aesthetics.

Conclusion: Ergo; revolutionary romanticism has childish side effects that result in cheerfully blanketing ignorance and crime, and thereby avoiding the consequences. (See Chapter II for blanketing and rationalization.)


Rien. Existé.


121109

"We have by now
a much stronger understanding."

The theory has been verified once again.

The experiment is over. You can all go home now.

"Back to real life,
back to where we started;
egocentricism restored,
arrogance re-established." *


Şakayla karışık


Tüm hesaplardan yanlış çıkıyordum. Hesapları bilerek yanlış yapıyordum, yine de sonunda hep ben haksız oluyordum. Kimseyi önemsemiyordum, kimseyi ciddiye almıyordum, hiçbir şeye değer vermiyordum: Aylarca görüşmeden durabildiğime göre onun hayatımdaki yeri önemli değildi; telefonu başkasıyla görüşmek için kapatabildiğime göre onu o kadar da ciddiye almıyordum; benimle bir daha görüşmemeye karar verebilecek oluşunu anlayışla karşılamaya çalıştığıma göre ona değer vermiyordum; benimle konuşurken bacaklarına baktığıma göre onun düşünceleriyle hiç ilgilenmiyordum; kartpostal alırken hangisini ona aldığımı dahi düşünmemiş olduğuma göre onu pek de önemsemiyordum; hep başka şeylerle uğraştığıma göre matematiği sevmiyordum; saatlerce matematik çalıştığıma göre iklim değişimini umursamıyordum. Her şey hep eksik kalıyordu. Dünyanın tüm eksikleri birleşip bana saldırıyorlardı. Aklımdan başka kaybedecek bir şeyim kalmamıştı. Eksikleri tamamlamak imkansızdı. Ya da imkanlıydı ama ben o kadar becerikli değildim.

İyi niyetle kötü şeyler yapıyor, herkese ve her şeye kendini kötü hissettiriyordum. Hiçbir şeye yetişemiyordum, yetişemedikçe gecikiyordum, kötü bir kabusta gibiydim, sürekli kendimi çimdikliyordum, bacaklarım mosmor olmuşlardı, sakin olmaya çalışıyordum, nasıl olsa bir gün uyanacaktım, o günü sabırla beklemeye çalışıyordum. Ama içten içe korkuyordum, hangi noktada kabusun başladığını bilmiyordum, uyandığımda nereden devam etmem gerekeceğini düşünüyordum, bütün bu olanlar olmamış gibi yapabilecek miydim, kaygım artıyordu, avuçlarım terliyordu.

Tüm bunlardan beni sorumlu tutacaklardı, cinayet saatinde neredeydin diye soracaklardı, cinayet saatinde nerede olduğumu bilmiyordum, doğruyu yalnızca doğruyu söyleyeceğime yemin ettirecekler sonra da şu anda kimin göğüslerini düşündüğümü soracaklardı, hiçbir soruyu yanıtlayamayacaktım, gördüğüm bütün kağıtları imzalayacak sonra da çelişkili beyanat verdiğim için alıkonacaktım. İşler karıştıkça yüzümdeki gülümseme belirginleşiyordu, koyvermişliğin pişkinliğiyle herkesi küçümsüyor bira isterken lütfen demeyi unutuyordum, hayatım bana tur bindirmişti ve bunu daha yeni fark etmiştim, oysa şimdiye kadar başa baş gittiğimizi sanıp dişimi sıkıyordum.

Artık işin şakası yoktu, çünkü her şey büyük bir şakaya dönüşmüştü..

A strong theory is better than miracles.

120522


Philosophizing introduction

We are scientists, you see;
we want accuracy,
certainty,
rigor,
predictability.

Do you really think
that we wouldn't like to have miracles
once in a while?
Wouldn't we like to have or to be
oracles, witches, prophets?
Wouldn't we like to see or to be
someone flying whenever she wants to
or someone walking on the sea?

But you should understand
that even a freshman attends around a hundred experiments,
and imagine how many
we have attended and performed.
Don't you see
that we made experiments
because we looked for miracles?
Don't you see
that we stopped looking for miracles
because it is fucking frustrating
to see scientific predictions reproved
every single time?

We do not look for miracles anymore,
it is disappointing and depressing.
We have by now
a much stronger understanding.

Actual discussion

Therefore
when you tell me
that you are attracted by me,
which in no way fits to the theory;
you must understand
(and thus not laugh at)
how terrifying,
how horrifying,
yet how amazing
this is for me;
you must understand
my preoccupation,
my panic,
and my disorientation.

All the data should be rechecked,
all the results should be controlled.

Scientific skepticism must overrule
prophecy,
scientific confidence must
overcome the arbitrary.

Epilogue

Because always
- as in our case -
reality proves the theory,
and your hypothetical emotions
betray their believers
(such as me).

Theory tested once more,
miraculousness tested once more.
Cold rationality, once more,
overrules the wonderland.

Back to real life,
back to where we started;
egocentricism restored,
arrogance re-established.


Bankruptcy and Bail-out

120517

Bankruptcy – the sleep

I had a nightmare the other night, a nightmare that had a bizarre extension in real life:

Everything in my life collides. I have assignments of courses; a strange friendship to decide upon; homeworks from my language class; workshops to prepare and conduct; an unstable friendship to form; a beloved one to appreciate; a huge exam to get prepared to. It is one of those nightmares where everything happens at the same time and you try to catch and you fail and you suddenly realize that there is more and you are in panic and nothing works fine and it never gets any better and thus you fail better. It is not that these things happen in consecutive nightmares; it is a single nightmare. It is an unending nightmare, there is no way out, there are no breaks, no pauses, nothing. It gets harder and harder, panic growing geometrically.

At 5 am, I wake up by police sirens and shouting. I go to the window, look at the street, and see two cars on the road – one police car and one civilian car. The doors open. It is one of those American movie scenes: The cops hold a man on the ground, putting him in handcuffs. Sirens continue. Cops are shouting at the man. I notice other neighbors at the windows. Without the ridiculous noise, it could be considered as a rather calm scene.

I lack the energy for curiosity.

I get back to bed, try to fall asleep which I manage in 20 minutes. Then the nightmare continues as if nothing happened.


Bail-out – the reality

Therefore, I solve my problems by outsourcing them. I become an emotional Robin Hood: I take positive vibes from those who are nice and helpful to me, and consume them with those who simply don't give a shit about me.

Such an exploitation, if done sincerely enough, can be considered non-unethical to a certain degree. Or at least, I convince myself to that.

There is no limit to rationalizing stupid behavior. There is no limit to finding excuses for mistakes. There is no limit to rationalizing wrong choices. There is no limit to finding excuses for bad intentions.

I halt. I breathe. I consider. I evaluate. And I continue – business as usual. There is no way out, because there is no way in.


Abbreviated


I learned something today.

I learned mamihlapinatapai today - it is a word from the Yaghan language.

Not only the word, I also learned its meaning. I realised how it feels, how it is, how it becomes. It wasn't for a moment, it wasn't for a second. It was awkward, it was strange, yet on second thoughts, it was fun, it was amusing.

Mamihlapinatapai refers to "the look shared by two people, each wishing that the other will offer something that they both desire but are unwilling to suggest and offer themselves".

The Guinness Book of World Records apparently lists it as "the most succinct word". I might add that it is also one of the most succinct acts. 

I have nothing else to say.


Elicitation



 
Curtain.

Two players at the center of the stage, facing away each other.

Long silence. Music starts.


+ I am confused. I need time.

- Why do people think that they would resolve their confusions by time? You will just forget them.

+ All the better.

- But you will also forget me in the meanwhile.

+ Well, if this is what it takes...

- I understand now.

+ No you don't. You think this is about you. You will never understand.

- Oh, is it a general attitude?

+ Would you believe me if I said yes?

- Not really.

+ You see? Your egocentrism prevents you from comprehending a natural indifference.

- A natural indifference?

+ Oh, please don't start again.

- But I really want to understand. I want to be able to act, to play, to join in. I want to feel peaceful when I'm among other people. You have to tell me about it.

Silence.

- Come on, don't do this to me. We can talk. I am almost ready to get convinced. Tell me how it works.

+ I am confused. I need time.

Music stops.

Curtain.


İşçi Sınıfı Ateisttir.

Çok düşünmek sağlığa zararlı değildir, biber gazı sağlığa zararlı değil dediler ya işte.

“Ateistten, komünistten hayır gelmez vatana millete.” Böyle derler çünkü onlar müslümandır. Müslümanlık dediğin, Filistin'i bombalayanla silah ticareti yapmaktır. Müslümanlık dediğin, Irak işgaline katılmaktır. Müslümanlık dediğin sağlık hakkını ortadan kaldırmak, eğitimi müslümancı özel dersanelere teslim etmektir. Müslümanlıkta kader vardır, demek ki madencilerin de kaderi vardır. Müslümanlara güzel allahları verdikçe verir, ama her nedense bu rab bizlere zırnık koklatmaz. Şaka yapmıyorum, gerçekten, hakiki müslümanlık budur.

Dikkatli bakın. Keza hıristiyanlık da böyledir. Tüm dinler tek bir dindir:

Bu dünyanın allahı paradır. Para dualara yanıt verir, tüm bilgiyi yönetir, hatta diğerlerinin neyi bilip neyi bilmeyeceğine de karar verir; para her şeye kadirdir. “Böylece, yapabileceklerim hiçbir şekilde benim kişiliğimle belirlenmez. Çirkin olabilirim, ama kendime güzel kadınlar
alabilirim. Dolayısıyla çirkin değilim, çünkü çirkinliğin etkisi para tarafından hükümsüz hale gelmiştir.”1 Bunların dünyası budur. Doğal olarak bu dünyada; ülkeler pazarlanmak içindir, sanat ucubedir, dereler boşa akarlar ve üzerlerine baraj yapılsın diye beklerler.
Bunların dünyasında siz, kurban olun ateistlere, komünistlere.

“Bu dünyanın allahı paradır; burjuvazi proleterin elinden tüm parasını alır ve böylece onu pratikte bir ateiste çevirir.”2

Burjuvaziyle işçi sınıfının ortak paydası, olsa olsa, iki bin yıl önce bir göçebe grubuna rehberlik eden bir köpek, veya bilemedin göğün yedi kat üstünde yaşayan bir adam olabilir. Din, burjuvaziyle işçi sınıfının bu dünyada hiçbir ortak paydası olmadığının itirafıdır.
Ve tam da bu yüzden, ister imam ordularıyla, ister dört artı dört artı dört ile, ister biber gazı ve panzerle saldırsınlar; ne ateistleri ne de komünistleri yok edemezler.

Bizler sorun çıkarmak için gelmedik, sorun var olduğu için geldik.

“Polis kuralları çoğaldıkça çoğaldı, ama polis kuralları işçi sınıfının ızdırabının anca etrafını çevirebilirler, onu ortadan kaldıramazlar.”3 Bu ızdırap var olduğu sürece, mücadelemiz de var olacak. Dosta düşmana duyurulur.



1Karl Marx – 1844 Elyazmaları [özgür çeviri]
2Friedrich Engels – İngiltere'de İşçi Sınıfının Durumu [özgür çeviri]
3Friedrich Engels – İngiltere'de İşçi Sınıfının Durumu [özgür çeviri]



What an Erasmus student should know

This post does not target those Erasmus students who take the programme as it is and enjoy it till hell. It aims at the increasingly increasing group of people who express dislike and a non-conformist attitude toward the “typical Erasmus life”.

I have bad news: There is no such thing as an Erasmus student who doesn't lead the Erasmus life. That's because there is no such thing as integrating to a society in five months.

Do you remember how long it took you to have your first friend? Some one and a half years, maybe?

Do you remember that, by the time you were three years old, your parents and the society structurally encouraged you to make friends? That there were special environments designed solely for this purpose?

Do you remember that it took you a whole adolescence period to comprehend how people live, talk and behave, to analyse and criticize social norms, to position yourself in the society? (and this, in a society you had been living in for some ten years already) And that the society was comparatively tolerant to your confusions and struggles at that period of your life?

But wait ! You don't have that much time there, do you?

When you are an adult, you are on your own. You happen to pop up in a new social ecosystem. The society is moving – and not really considering your insignificant introduction to the equation. You have to handle it, understand it, digest it. This may mean a boring life for a while, compared to what you are used to at home. (Or, you can as well hang out with the Erasmus people, go to the parties and all that.)

Yet there is more to it: When you were introduced to your own society, you were more or less a blank sheet. Now you already “know” that the Germans are disciplined, the Italians talk loudly, the Swedish are cold, the Spanish are talkative etc. You not only get into a new society, you are also not prepared for it – in the sense that you are too prepared in another direction.

The society you are introduced to also has such “knowledge” about you. Furthermore, they are also aware that you are temporary, that, in the worst case, you can just quit and go back home. Quite an uneven game to play for them, don't you think?

Erasmus, as a matter of fact any kind of immigration, is artificial. You must accept the fact that your experience is artificial, that you will not integrate naturally, that it will take a lot of effort.

But hey, I have good news too. It is an amazing experience anyway. Simply taking your time, feeling the society's rhythm and observing the life of your equivalent in that society is more inspiring than most of what you could learn in wherever you come from.
So, here are a few survival tips:
  • Do not assume ! Observe, question, and ask. Almost nothing is “by default” in this new life.
  • Take the language opportunity. Try to avoid the crooked version of American sit-com English. Practice talking, but don't neglect to correct yourself.
    Erasmus environments operate like language mistake epidemics, where a bunch of non-English speaking people communicate through a language of standardized mistakes and repetitive expressions.
  • Find your equivalents in the society. Integrate through your previous social activities.
  • This is the most crucial of all: Students tend to assume that they can understa
    nd a society by discussing it with other foreigners. This is not how it works. (Or rather, this you could do at home as well, by watching a documentary or something.) Instead, you have to wait, listen, observe, reflect and take action to be able to comprehend the implicit social codes.

That's all folks ! Have a nice holiday; or whatever..




Devrimcinin Galaksi Rehberi



Hayır efendim, hiç de bile insanlar kolaya kaçmıyorlar düşünürken. Aman efendim, insanlar hiç de sorgulama konusunda tembel değiller. Canım efendim, insanları kandırmak bu kadar kolay olaydı, bunca propagandayı neden yapsınlardı?

“Vahşi” bir sosyalist devlet düşünün. Düşünün canım işte. Kuzey Kore'yi anlatıyorlar ya televizyonda.. Çin'i, Sovyetler'i... Hani çok despotikmiş ya, hani demokratik değilmiş ya. O anlatılandan daha kötüsünü hayal ediniz monşer. Bir dükkana giriyorsunuz, her yerde yöneticilerin resimleri asılı... Oğuzcuğum Atay'a selam verelim, Çinli olsun yöneticimiz, ismini de Len-Sta-Troc-En koyalım. İlla ki biz solcular diktatörüzmüş ya, haydi for-the-sake-of-argument diktatör olalım. Nerede kalmıştık matmazel ay şey pardon madam? Dükkandaydık. Ne dükkanı olduğunun bir önemi yok, sizin hayal gücünüze kalsın. Sağınızda, solunuzda, önünüzde, her yerde Len-Sta-Troc-En yazıyor; resimler, posterler, fotoğraflar.. Yaratıcılığınızı özgür bırakınız efendim, bir de müzik olsun, müzikle birlikte sürekli parti programı okunuyor olsun. Kapının önünde ışıklı panolarda sosyalizmin ne kadar da ahım şahım bir şey olduğu yazsın. Yerde izmarit, etrafınızda parti propagandası (denizde kum görecek halimiz mi kaldı); siz düşünün. Egsajere ediniz beyefendiciğim; herhangi bir büroda, her duvarda, her masada, gözünüzün alabildiği her yerde parti propagandası hayal ediniz.

Ne korkunç, değil mi? Zeusuma bin şükür sosyalist bir dünyada yaşamıyoruz... wait, what?!

Şimdi, moda deyimiyle bir ci-es-em operatörünün hizmet noktasına, normal deyişiyle türksel bayiine gidin. Girip bir adım atın. (Denedim ben, o bir adımı atmayınca girip çıkanlar kızıyorlar.) Etrafınıza bakın. Durduğunuz noktadan okunabilecek şekilde kaç yerde türksel yazdığını sayın. (Üşenenler için bir ipucu vereyim: Eğer dükkan 15 metrekareden büyükse, 200'ün üzerine çıkacağınıza bahse girerim; eğer 15 metrekareden küçükse, büyük ihtimalle 200'ün üzerinde bir sayı bulacaksınız ama bahse girmem.)

Sayacınızı sıfırlayın; herhangi bir bankaya gidin, sıra numalarının gösterildiği ekranı görebileceğiniz (yani herhangi bir müşterinin duracağı) bir yerde durun. Etrafınıza bakın. Saymaya başlayın. Unutmayın, her şeyi değil sadece bankanın isminin yazılı olduğu noktaları saymanız yeterli. Bak süpermarkete göndermiyom, dua edin bana. (Benim için değil, direkt bana dua edin.)

Ne tuhaf, değil mi?

Burjuvazinin aklı, kuş aklı: Eğer bir diktatör tüm ekonomiyi yönetiyorsa, buna faşizm diyor. Eğer birden fazla diktatör (Rockefeller, Coca Cola, BP, Unilever falan filan) hep beraber yönetiyorlarsa, buna demokrasi diyor. Diktatörlerin özgürce birbirileriyle kapıştıkları, birbirilerine özgürce taviz verdikleri duruma demokrasi diyor. Bu demokraside tabii ki adalet mülkün temeli oluyor, cik diyen terörist sayılıyor.

Nereden nereye geldik hanımefendiciğim. Affınıza sığınıyorum, üzerinize afiyet biraz alkollüyüm de... İnsanlardan bahsedecektim, yine sistemden mi bahsedeyazdım? Lafı toparlayalım.

Eğer biz bu özel mülkiyet rejimini bu kadar içselleştirdiysek.. eğer biz kendi halimize bırakılınca tembel tembel oturuyorsak, hiçbir şey sorgulamıyorsak... eğer biz zaten ebleh geldik ebleh gideceksek... o zaman bu herifler -afedersiniz- niye bu kadar masraf ediyorlar? Niye her yana reklam panosu koyuyorlar? Niye beş vakit ezan okuyorlar? Niye televizyonda, gazetede, her yerde, dur otur aynı -nasıl desem- kakadan replikleri tekrar ediyorlar? Hayır çok da masraflı iş ha! Madem biz bu kadar kolay manipüle oluyorduk, o zaman bu baskı rejimine ne gerek varmıştır?

Neyse yoldaş, sözü uzatmayayım. “Halk” dediğimiz şey bir acayip mahluk, orası kabul. Ama yöneticilerin korktuğu kadar da bizim güvenmemiz gerekir bu mahlukata. Sırf altta kalmayalım diye de değil ha ! Yok efendim halkımız apolitikmiş de, umutsuzmuş da.. Bak unutma, bu lafları dur otur tekrarlayan da yine aynı eşek sıpaları, yine aynı yönetici sınıfı. Yemezler, binaenaleyh yedirirler !


Cemreleri müjdeleyen şiir




Bir şeyler ters gitse,
aklıma sen geliyorsun;
neşelensem,
aklıma sen geliyorsun;
kederlensem,
sen;
heyecanlandığımda,
sen...

Ne tuhaf,
hiçbir şey yazamaz,
yazmadan duramaz oldum;
aylardan Nisan da değil halbuki daha..

A Still-Life Painting Exhibition: In The Presence of Things

In Museu Calouste Gulbenkian, there was a still-life painting exhibition titled "In The Presence of Things" between 21 October 2011 and 8 January 2012. The exhibition is the second (and last) part of an exhibition series, and presents works of 19th century painters such as Monet, Cézanne, Van Gogh and Gauguin as well as 20th century works by Picasso, Braque, Matisse, Magritte and Dali.

Below are my favorites from this amazingly inspiring exhibition.



Henri Fantin-Latour - La Table Garnie (1866)




Vincent Van Gogh - Blossoming Chestnut Branches (1890)



René Magritte - The Portrait (1935)