Tabiat Kanunu tasarisi: Tabiat kanunlariyla ulke yonetmek


101101
Tabiat Kanunu tasarısı: Tabiat kanunlarıyla ülke yönetmek

AKP'nin sunduğu ismiyle “Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu” tasarısı, benim bu yazı boyunca anacağım ismiyle “Tabiat Kanunu” tasarısı; muhaliflere, politika tarzı konusundaki tüm görüşlerini baştan düşünmeleri için çok uyarıcı bir anlam ihtiva ediyor.
Birkaç yıl geriden itibaren, Türkiye gündemini meşgul eden bazı olayları hatırlayalım. Sonra neden bu tasarıya "Tabiat Kanunu" dediğim daha iyi anlaşılacaktır.

  1. Anayasa değişikliği referandumu rezaleti; ya da "Halka sorduk 3 popüler cevap arıyoruz"
Referandum sonucuyla ilgili sol cenahtaki mahcubiyeti anlamakta zorlanıyorum. Referandum, bizim zaferimizdir: Evet %41.9 ; Hayır %30.3 ; Boykot/Katılmayan %26.3. Dikkat edelim, toplumun sadece %42'sinin, mutlak azınlığın onayıyla anayasa değiştirildi. Bu, Türkiye'de bile daha önceden gerçekleşmemiş bir rezalet. Dahası var: Bu oran, anayasa değişikliğine TBMM'deki desteğin bile altında.
Sözde, parlamentoda çözemediler, yeterli çoğunluğu sağlayamadılar, "halka" sordular. E halk meclisin bile altında bir destek sundu. Azınlığın desteğiyle anayasa değiştirildi, kimse bunu ilginç dahi bulmadı.
  1. Ergenekon, KCK, Devrimci Karargah; ya da "Size uygun şu modellerimiz var"
Bambaşka politik iddialara sahip insanlar öznesi bu soruşturmaların. Ama işleyişteki muhteşem uyumu gözden kaçırmayalım. Asılsız ispatsız kanıtsız iddialar, bu iddialara dayanarak tutuklamalar, neyle nasıl suçlandığını dahi bilmeyen sanıklar, binlerce sayfalık iddianamelerin altında hapiste geçen aylar, yıllar...
Hukuk bitmiştir. Keyfiyet devri, astığım astık kestiğim kestik devri başlamıştır.
Bunu anlayabiliyor musunuz, hissedebiliyor musunuz? Bu gece birileri sizin evinizi basabilir, sadece bu yazıyı okuduğunuz için sizi iki sene gözaltında tutabilir; ardından da yüzlerce sayfalık bir iddianamede, bilgisayarınızdaki şarkıların isimlerinden pantolonunuzun rengine kadar envai çeşit kanıtla karşı karşıya kalabilirsiniz.
  1. Tabiat Kanunu ya da "Doğa kanunlarıyla ülke yönetmek"
AKP'nin yeni yumurtası Tabiat Kanunu der ki, geçmişte doğal sit alanı ilan edilmiş alanların statülerini iptal ediyoruz, doğal sit ilan etme yetkisini de Çevre ve Orman Bakanlığı'na veriyoruz.
Yani der ki, geçmişin hukuku bizi bağlamaz, buralar böyle komple bizimdir, dilediğimiz gibi at koştururuz. Yani der ki; hukuk biziz, biz ne dersek o olur, siz bir kenara çekilin şöyle oturun uslu uslu oynayın bakayım.
Talanı gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz? Abartılı bir benzetme olarak, evinize girip saksınızdaki çiçeği "buradan boğaz köprüsü/sahil yolu geçecek" diye kesen devlet memurları hayal edesim geliyor, hükümetin aklına girmekten korkuyorum.
  1. Hukuksuzluk tek geçer akçe oldu ya da "Para para para..."
Daha önceden fark edenler vardır, ama altını çizmekte fayda var: Hukuk bitmiştir. Hukuk mücadelesi, arkadaşlar arasında yapılacak bir şakaya dönüşmüştür.
Burjuvazi hükümetleri, hiçbir zaman bu kadar azgınlaşmamıştı. Yani, burjuvazinin azacağı varsa darbe falan bir şeyler ayarlar, yolunu bulur. Ama bu kadar arsızca, bu kadar "önümüze çıkana bin tekme" bir parlamenter politika görülmüş şey değil.
"Yasallık", bizzat yasama organı tarafından devre dışı, konu dışı bırakılmıştır.
  1. Mücadeleye davet ya da "... Ya Barbarlık!"
Bizi kendi hak anlayışımız bağlar. Tüm mücadelemizi sil baştan düşünme zamanı geldi de geçiyor. Hukuk bitti; dava kazanmakla hidroelektrik santral durdumak arasında -değil politik ya da hukusal- mantıksal bir bağıntı bile kalmadı artık.
Durdurmadığımız baraj durmayacak. Adalet ve Kalkınma Partisi hükmettikçe adalet beklemede tutulacak.
Burjuvazi gemi azıya aldı. Tüm politik taktiğini rest çekme üzerine odakladı. Bunu bir davet olarak alalım. Artık mücadelenin kuralları değişti. Daha doğrusu; kural kalmadı. Demek ki artık oyunun kurallarını biz koyabiliriz.

Arayis


101023
Arayış
Buraya gelin dağılmayın, kelimeleri tutamıyorum kelimeleri bir araya getiremiyorum dağılıyorlar kendi aralarında konuşuyorlar gömleklerini pantolonlarının içine sokmuyorlar uslu uslu oturmuyorlar oradan oraya koşuşturuyorlar, nizam intizam sağlayamıyorum. Bir telaş kaplıyor dört bir yanı, kelimelerin peşinden koşuyorum yetişemiyorum arka sokaklarda barikatlar kuruluyor çatışmalar devam ediyor asayiş zeus-getireleşirken ben de seferberlik ilan ediyorum. Düşüncelerimi toplayamıyorum, düşüncelerim toplanamadan bölünüyorlar matematikçileri kızdırıyorlar – olmaz öyle şey efendim ne büyük saygısızlık – hislerim birbirine giriyor aşure iyi bir şeydir ama eğer yiyecekseniz.
Sürekli konuyu değiştiriyorum çünkü başka hiçbir şeyi değiştiremiyorum hislerimi bile oysa ne büyük beklentilerle başlamıştım yazıya, hissettiklerimi yazacaktım insanlar beni her zamankinden birazcık daha fazla anlayacaklardı anladıkça acıyacaklardı acıdıkça ilgi göstereceklerdi ve devamı öğrenciye ödev olarak bırakılacaktı, ama ben daha ne hissettiğimi yazmak bir kenara ne hissettiğime dair dahi yazamıyordum. Düşüncelerimin örgütsüzlüğü Kadıköy dolmuşlarına benziyordu müthiş bir düzensizlik vardı ama bu düzensizlik işlerin yürümesine ve nihayetinde para kazanmaya engel olmuyordu.
Düşüncelerimi kenara koy – oraya koyma pisletir yatağın üstünü dur hah şuraya bak masanın üzerindeki gazetenin üstüne koy – konuyu dahi teyelleyemiyordum yazıma oysa tam da tersi olmalıydı kendimi öyle güzel ifade etmeliydim ki okuyanların nefesi kesilmeliydi kesilen nefeslerine yama yapalım diye benimle sohbet etmelilerdi benimle haşır neşir olmalılardı merak etmelilerdi. Bense derin bir boşluktan cümleler çıkardıkça insanlar haklı olarak öncelikle derinliği değil boşluğu fark ediyorlardı.
Hislerim beni boykot ediyor bazen bir yaaslındabaşkabirişimçıktı dünyanın en büyük meselesi haline geliyor ama hemen ertesi dakikada hayatın en doğal parçası gibi görünüyor ne hissedeceğimi bilemiyorum bir an sonrasında ise içim özlemle dolar gibi olurken aniden yine ortalık birbirine giriyor hayatıma benden başka herkes giriyor çıkıyor hislerim yol geçen hanına dönüyor düşüncelerim müşterilere yetişeceğiz diye beni unutuyorlar kimse rakımı bile doldurmuyor her şey karışıyor herkes bana karışıyor hiçbir düşüncenin etkisi altına giremiyorum hiçbir düşünce beni etkilemeye değer bulmuyor birçok düşünce zaten beni hiç bulamıyor, derken tüm hayatım etrafımda çember oluşturup kahkahalarla gülüyor benimle alay ediyor düşüncelerim başıma üşüşüyorlar ortalık hareketleniyor hareket bereketli olmuyor sesler üst üste biniyor basit fizik kuralları gereği absürd bir sessizlik oluşuyor ve ben anca sessizliği fark edebiliyorum.
Hiçbir şey değişmiyor değişmedikçe yok oluyor arayışın kendisi niteliksizleşiyor ve sadece bir metnin ismine dönüşüyor ve metin isimleri gerçekte ancak varlık taklidi yapabilirler, her yöne hareketlilikler birbirini götürüyor elde sıfır kalıyor durağanlık kurallaşıyor kelimeler düşüncelerime düşüncelerim kelimelere çamur atıyor iz kalıyor izi kimse silmiyor ortalığı bok götürüyor ve kusursuz bir utanmazlıkla buna metin adı veriliyor.

Bireyi degil iliskiyi tanimlamak: Escinsellik


Devrimci Söylem İnşasına Katkılar – 3
100824
Bireyi değil ilişkiyi tanımlamak: Eşcinsellik
  1. Giriş
Cinsel tercihler ve yönelimler konusunda toplumsal yapılara dönük ciddi eleştiriler getirilmekteyken, konunun tartışma zeminini de aynı toplumsallığı içerecek şekilde güncellemek gerekiyor.
Muhalefetin; insanlara heteroseksüel ilişkinin "normal" olduğunu ve bunun dışında kalan hemen her şeyin (örneğin, Katolikler'de, mastürbasyonun bile) hastalık ve/veya günah olduğunu vaaz eden bir toplum yapısının karşısına topyekün bir yapısal eleştiriyle çıkması ve kendi pozisyonunu açıkça ifade etmesi gerekiyor.
  1. Eşcinsel insan yoktur! Heteroseksüel insan yoktur!
İnsanların hetereoseksüel ve homoseksüel olarak değil, belirli miktarlarda hetereoseksüel deneyim ve belirli miktarlarda homoseksüel deneyim yaşamış bireyler olarak karakterize edilmeleri algımızı genişletecektir. Bu terimleri kişilerin özlerine dair anlamlar taşıyacak şekilde, ve hatta onları tasvir etmek için sıfat olarak kullanmak yerine; cinsel ilişkilerin doğasını, veya bir bireyin cinsel anlamda uyarılmasını sağlayan dürtüler olarak kullanabiliriz.” [Alfred Kinsey] 1
Erkekler "doğru kadını bulamadıkları için" eşcinsel ilişkiye girmezler, "doğru erkeği buldukları için" eşcinsel ilişkiye girerler. Sorun, kimin heteroseksüel kimin eşcinsel olduğunun çetelesinin tutulmasıyla ilgili değildir. Sorun, insanların birbirleriyle özgürce ilişkilenmesinin önündeki engellerdir.
  1. Eşcinsel ilişki vardır, "normal"dir ve doğaldır! Heteroseksüel ilişki vardır, "normal"dir ve doğaldır!
Gittikçe derinleşen ve tüm insanlığı boğmakta olan bir yabancılaşmanın içerisinde yaşıyoruz. Şimdilik özel mülkiyet, cinsiyetçilik, ekonomik büyüme, milliyet, din vb. gibi boyutlarını fark etmiş olduğumuz bu yabancılaşmanın içinden konuşurken, "gerçek insan"a dair cümleler kurmak tehlikeli ve kısıtlayıcıdır.
Birçok insan, yapması gerektiği baskısıyla ve kendini kandırarak namaz kılıyor, oruç tutuyor, evleniyor, cinsel ilişkiye giriyor. Nasıl ki bu davranışları o kişilerin "öz"lerini ihtiva etmiyorsa; ters doğrultuda, insanların bu baskılardan kurtulup kendilerini özgürce ifade etme çabalarının da "öz"ü ifade edip etmedikleri tartışmalıdır. Çünkü -tekrar edelim- tüm bu tartışmanın gerçekleştiği ortam, kurtulmaya çabaladığımız yabancılaşma ağlarıyla sarılıdır.
  1. Özümüzü değil, davranışlarımızı savunmaya çağrı
Mücadelemizi özgür insana doğru örerken, bazı kişiler gerçekten de eşcinsel ya da heteroseksüel "olduklarını" fark edebilirler. Devrimcilerin görevi ise, tüm insanların kendi özgür cinsellikleri doğrultusunda ilişkilenebilecekleri toplumu savunmaktır.
Heteroseksizm karşıtı mücadele, cinsiyetçiliğe karşı en tutarlı mücadele hatlarından birini oluşturuyor. Tam da bu sebeple, argümanlarımızı, cinsiyetçi toplumun dayattığı "özcü" söylem üzerinden değil, gerçek insanı ve gerçek insani ilişkileri hedefleyen bizlerin kendi özgün söylemi üzerinden inşa etmemiz bu tutarlılığı perçinleyecek bir fırsat sunuyor.
  1. Berrak bir dille açıklamak
Tüm cinsiyetçilik karşıtlarına davetimizdir: "Eşcinsel birey"lerden değil, "eşcinsel deneyim yaşamış birey"lerden bahsedelim.
"Özüne dönmek" söylemini imamlara ve rahiplere bırakalım; iddiamız "cinsel deneyim özgürlüğü"dür. Mücadelemiz; bireyleri kalıplaştırmadan özgürleştirmeyi, pratiğinde ve söyleminde yeniden ve yeniden içermek için sürekli kendini güncellemelidir.
1Kinsey'i takiben, bu metin boyunca, "deneyim" kelimesi en genel anlamında kullanılmaktadır. Böylece cinsel deneyim (sexual experience), kişilerin cinsellikleriyle ilgili yaşamış oldukları tüm fizyolojik ve duygusal deneyimleri içerecek şekilde anlamlandırılmaktadır.

Dirty Talk - Yatak Muhabbeti

Dirty Talk

100624

The scene: No one is to use any body language whatsoever. No mimics, no gestures. All players are dressed the same and they have the same make-up, so that they are indistinguishable. In a quasi-existent living room, a finite but uncountably many women sit on chairs that are half black - half white. (It's not the women that are black and white. It's each chair that is weirdly painted into black and white.) [The women talk in a random order, the numbers are only in order to simplify the reading.]


Man enters from left.


M: Yes, definitely.

2: What?

M: Not much.

2: (turns to another woman) Do you know what he is talking about?

3: Well...

2: Do you?

3: He's probably trying to say he's willing to and insistent on having sex with us.

4: (surprised) How do you know that?

2: She doesn't.

4: What do you mean?

2: She doesn't know. It's called an “educated guess”.

4: I see.

3: So you think I'm right?

2: Of course. (turns to the 4th) You guessed otherwise?

4: Well, no. But, how is it that we all guess the same thing.

2: We are all educated?

4: I see. But, another educated guess would be that he would try to keep it secret. He just said it out loud, didn't he?

(They all look at each other. They then look at the man, suspecting.)

3: Maybe we are wrong.

2: I don't think so. Do you think we should ask him?

4: Yes.

2: Do you want to have sex with us?

M: Yes, definitely.

(They are shocked.)

5: What's wrong with him?

6: Is he drunk or what?

2: (angry) How could you dare to say that? You don't know the rules?

5: We must stop this nonsense.

3: But how?

(They get together, discuss the matter whispering. They suddenly stop talking. Silence. The 5th gets up, approaches the man.)

5: We don't want to have sex with you.

M: Yes, definitely.

5: What?

M: I already know that?

(She hesitates, turns back to the group. They start whispering again. The 6th gets up, approaches the man.)

6: How did you know this?

M: (Tries to figure out how to explain.) The same way you know that I want to have sex with you.

6: But....

(She hesitates, turns back to the group. They start whispering again. They all get up, approach the man.)

Altogether: We don't want to have sex with you.

M: Yes?

2: You can't just say “Yes” to that.

M: (Shyly) Okay...

Altogether: We think you are a threat to our community.

M: Well, yes, definitely.

3: (frustrated) Look! We will not have sex with you. So, just stop hitting on us.

M: Was I hitting on you?

(3 hesitates, takes a glance at the other women, takes courage and a deep breath.)

3: You just said “Yes, definitely.”

M: Well, yes; but before that, you already “guessed” what I was up to.

3: That's correct.

M: So, which comes first: my behavior or your guess?

3: I... don't know.

4: (interrupts) But you still want to sleep with us, right?

M: Yes, definitely.

4: You never learn, do you?

M: Not much. Do you?

(The women go back to their seats. They start thinking. The man stares at their legs.)

2: What should we do?

5: I have an idea. Let's ask him. (turns to the man) What could we do to stop you?

M: Stop me? Stop my doing what?

5: Stop your hitting on us.

M: But I wasn't !

5: But you just said you wanted to have sex with us !

M: Yes but you just asked me if I do..

5: (hesitates) All right. (tries to calm down) What should we do so that you don't want to have sex with us?

M: (surprised) Why would you ever want that?

(They are shocked. Two of them fall down from their chairs. They start yelling and shouting. Some of them get up and start running around. Total chaos. Some start crying. Then they suddenly stop. Long silence.)

3: This is getting too disturbing.

2: This is immoral.

M: (getting angry) No it isn't. It is amoral !

2: What? You don't have a right to find us attractive and just say it as it is ! Don't you know the rules?

M: But, I was just saying what I already feel. Isn't this more.... honest?

Altogether: Aha!

They close their eyes. Ten soldiers with shotguns enter from left, headed by their captain. They take the man and leave from right. The women get up, leave from left one by one. Sounds of gunfire. Curtain.


Note: The story is not as surrealistic as it might appear. I think this might be the most realistic story I've ever scratched. As a matter of fact, I believe it is about to occur in real life once I find the chance. (This note and the whole story were meant to agitate the people related. I hopelessly hope to get some reactions.)




Yatak muhabbeti

100624

Sahne: Sahne boyunca kimse beden dili kullanmayacak. Mimik, bedenin herhangi bir yerini kullanarak duygu aktarımı yok. Tüm oyuncular -birbirlerinden ayırt edilemeyecekleri şekilde- aynı giyinmiş ve aynı makyaja sahip olmalıdır. Yarı-var bir oturma odasında, sınırlı ancak sayılamaz çoklukta siyah-beyaz kadın sandalyelerde oturmaktadır. (Kadınlar tesadüfi sırada konuşacaktır, metindeki numaralandırma sadece okuyucuya kolaylık olması için tasarlanmıştır.)


Erkek soldan girer.


M: Evet, kesinlikle.

2: Ne?

M: Hiç.

2: (diğer kadına döner) Neden bahsettiğini biliyor musun?

3: Yani...

2: Yani?

3: Muhtemelen bizimle sevişme konusunda istekli ve ısrarcı olduğunu anlatmaya çalışıyordur.

4: (şaşkınlıkla) Nereden biliyorsun?

2: Bilmiyor.

4: Ne demek istiyorsun?

2: Bilmiyor. "Akıllı tahmin" deniyor buna.

4: Anladım.

3: Yani haklı olduğumu düşünüyorsun?

2: Elbette. (4'e dönerek) Sen başka bir şey mi tahmin ediyordun?

4: Yoo. Ama nasıl oluyor da hepimiz aynı şeyi tahmin ediyoruz?

2: Bizler... akıllıyız?

4: Anlıyorum. Ama, başka bir akıllı tahmin de bunu gizleyeceğine dair olabilirdi. Oysa o pat diye söyleyiverdi, değil mi?

(Birbirlerine bakarlar. Sonra da şüpheyle adama bakarlar.)

3: Belki de haksızız.

2: Sanmam. Kendisine soralım mı?

4: Evet.

2: Bizimle sevişmek istiyor musun?

M: Evet, kesinlikle.

(Şoke olurlar.)

5: Bunun nesi var?

6: Sarhoş falan mı acaba?

2: (kızgınlıkla) Ne yüzle böyle bir laf edersin? Kuralları bilmiyor musun?

5: Bu saçmalığa bir son vermenin zamanı geldi geçiyor.

3: Ama nasıl?

(Bir araya gelirler, fısıldaşarak tartışmaya başlarlar. Aniden susarlar. Sessizlik. 5 kalkıp adama yaklaşır.)

5: Biz seninle sevişmek istemiyoruz.

M: Evet, kesinlikle.

5: Ne?

M: Ben bunu biliyordum zaten?

(Duraksar, grubun yanına döner. Yeniden fısıldaşmaya başlarlar. 6 kalkar, adama yaklaşır.)

6: Bunu nereden bildin?

M: (Nasıl açıklayacağını düşünür.) Siz benim sizinle sevişmek istediğimi nereden biliyorsanız aynı şekilde..

6: Ama....

(Duraksar, grubun yanına döner. Bir kez daha fısıldaşmaya başlarlar. Birlikte ayağa kalkıp adama yaklaşırlar.)

Hep beraber: Biz seninle sevişmek istemiyoruz.

M: Evet?

2: Buna öylece "Evet" diyemezsin.

M: (utana sıkıla) Peki...

Hep beraber: Bizim için bir tehdit oluşturduğunu düşünüyoruz.

M: Yani, evet, kesinlikle.

3: (kızgınlıkla) Bana bak! Seninle sevişmeyeceğiz. Bize sarkıntılık etmekten vazgeç.

M: Size sarkıntılık mı ediyordum?

(3 tereddüt eder, diğer kadınlara göz atar, cesaretini toplar, derin bir nefes alır.)

3: Daha demin "Evet, kesinlikle" dedin.

M: Yani, evet; ama ondan önce siz çoktan benim neyin peşimde olduğumu "tahmin" etmiştiniz.

3: Doğru.

M: Ee, hangisi önce geliyor: benim davranışım mı, sizin tahmininiz mi?

3: Bilmiyorum....

4: (sözünü keserek) Ama sonuçta bizimle yatmak istiyorsun, değil mi?

M: Evet, kesinlikle.

4: Asla öğrenmeyeceksin, değil mi?

M: Sanmam. Peki siz?

(Kadınlar yerlerine döner ve düşünmeye başlarlar. Adam kadınların bacaklarına bakar.)

2: Ne yapmamız lazım?

5: Benim bir fikrim var; kendisine soralım. (adama dönerek) Seni nasıl durdurabiliriz?

M: Beni durdurmak mı? Neyimi durduracaksınız benim?

5: Bize sarkıntılık etmeni.

M: E ama etmiyordum ki !

5: Ama daha demin bizimle sevişmek istediğini söyledin !

M: Siz isteyip istemediğimi sordunuz da ondan dedim...

5: (duraksar) İyi peki. (sakinleşmeye çalışarak) Ne yapmalıyız ki bizimle sevişmek istemekten vazgeçesin?

M: (şaşkınlıkla) Böyle bir şeyi neden isteyesiniz ki?

(Şoke olurlar. İkisi sandalyeden düşer. Bağırıp çağırmaya başlarlar. Bazıları ayağa kalkıp ortalıkta koşuşmaya başlar. Tam bir kaos. Bazıları ağlamaya başlar. Aniden dururlar. Uzun sessizlik.)

3: Fazla sinir bozucu olmaya başladı.

2: Bu ahlaksızca.

M: (sinirlenerek) Hiç de değil. Bu ahlak dışı !

2: Ne? Bizi çekici bulup bunu öylecene söylemeye hakkın var mı sanıyorsun sen? Kuralları bilmiyor musun?

M: İyi ama, sadece hissettiğim şeyi söylüyordum. Bu daha... dürüst... değil mi?

Hep beraber: Aha!

Gözlerini kapatırlar. On asker, başlarında komutanlarıyla ve ellerinde tüfeklerle soldan girerler. Adamı alıp sağdan çıkarlar. Kadınlar kalkıp soldan çıkarlar. Silah sesleri. Perde.


Not: Bu metin ilk bakışta görüldüğü kadar gerçeküstü değil. Bugüne kadar yumurtladığım en gerçekçi öykü olabilir hatta. Esasında, ilk fırsatta bunun gerçek hayatta vuku bulacağına inanıyorum. (Bu not ve tüm bu metin, ilgili kişileri kışkırtmak amacıyla yazıldı. Umutsuzca, tepki almayı umuyorum.)

Yüksel Arslan
























Karl Marx




Arture 150, The Capital II




Arture 150, The Capital II (details)




Arture 156, The Capital VI (Classes)

Yarım milyon emekçiye fotoğraf çekmemesini emreden miting düzenleyicisi

Yarım milyon emekçiye fotoğraf çekmemesini emreden miting düzenleyicisi

100601
Solculuğun tarihinde mizah – 1

1 Mayıs 2010. Kimse bunu fark etmedi.

1 Mayıs. Taksim Meydanı. Taksim Meydanı'nda 1 Mayıs kutlamaları. Saat öğlen 1 civarı. Harbiye tarafından kortejlerin alana girişi devam ediyor, kortejin sonu görülemiyor hâlâ.

Taksim'de, AKM'nin önünde devasa bir platform. Platformda bir kürsü. Kürsüde, düzenleme komitesinden bir kişi. Yüzbinlerce insana sesleniyor.

Kimse fark etmedi bunu.

Bütün yollar Taksim'e çıkıyor. Taksim'de miting coşkuyla devam ediyor. Herkes birbirinin fotoğrafını çekiyor. Herkes miting alanının fotoğrafını çekiyor.

Derken kürsüdeki kişinin bağırması duyuluyor: “Fotoğraf çekmeyin!”

Gezi Parkı'nda cep telefonuyla fotoğraf çeken kadın telefonunu indiriyor tereddütle.
Anfilerden yankılanan ses devam ediyor: “Aloo! Kime diyorum?”

Miting alanında sloganlar, halaylar devam ediyor. Kimse durumu fark etmiyor. On dakika geçiyor; kürsüdeki kişinin sesi, daha da kararlı bu sefer: “Oyun mu oynuyorsunuz?! İnin oradan! İnin oradan! Çocuk musunuz siz?! Çocuk musunuz?!” Kürsüden yüzbinlere sesleniyor ses.

Akşamki haber bültenlerinde, ertesi günkü gazetelerde, internet sayfalarında; hiçbir yerde anlatılmıyor tüm bu olan biten. Oysa bu, dünyanın en absürd olayı.

Şimdi efendim, işin aslı şöyle. Miting alanını fotoğraflamak isteyen medya mensupları, platformun civarında, hiç de onları taşıması planlanmamış metal konstrüksüyonun üzerine tırmanmış, dengede kalmaya ve fotoğraf çekmeye çalışıyorlar. Ama o yapının onlarla beraber yüzlerce insanın üzerine yıkılması an meselesi. Kürsüdeki kişi gözlemlediği tehlikeye karşı bir şey yapmak istiyor. Amma ve lakin -olayın heyecanına kendini kaptırmış olduğundan olsa gerek- uyarısını, mikrofona dönerek yapıyor. Böylece, epi topu beş-on kişiye iletmek istediği mesajı yarım milyon insana iletiyor. Ha, ilgili kişiler uyarıyı duyuyorlar; ama bu, mesela Gezi Parkı'na henüz giriş yapmış olan örgütlerin üyelerine kim bilir ne ifade ediyor?

Bunu kimse fark etmedi. Tarihe not düşüyorum. Çünkü 1 Mayıs 2010'da sadece Taksim kazanılmadı, sadece 1 Mayıs kazanılmadı, sadece devlet baskısı alt edilmedi; aynı zamanda yılın en komik, en saçma anekdotu da gerçekleşti.

Academic calendar is based on the turns of the Academy around the Earth.

Academic calendar is based on the turns of the Academy around the Earth.
100316
(This is a free translation of the Turkish version )

Social scientists do not read books, they make readings. When they take a book or an article, they do not try to find answers to certain problems, they just try to analyse the arguments of the author and compare them with the other thinkers' views. Hence, they do not learn “something” by reading, they learn “a person's opinions”.

Philosophers see no connection between their views on ontology and the teacup in the canteen. Sociologist see categories of humans instead of humans.

Mathematicians do not see the universe or a part of it when they read an article or a book, they just see some calculations.

The Academy is not interested in the real world. Thinking about the real world is off-topic; to get an idea about the real world from what one has learned, is, Zeus forbid, immoral.

Every discipline has a certain level of abstraction, therefore one should not go anywhere outside this abstraction.

The mathematician considers it being weak to talk “about” mathematics. Sociologist labels your critic to sociology as modernistic etc. Psychologist does not even consider it as an option that you might approach to psychology somehow critically.

The Academy is the place where chemistry, history, literature, physics, sociology, genetics, architecture, medicine, politics, mathematics, biology and many other disciplines are separated in a proper way. In the Academy, there cannot be any politics of mathematics, as there cannot exist any philosopher who knows physics.

The Academy is the Academy and, as a logical consequence of this statement, the Academy is not life. The Academy is not interested in the price of bus tickets; therefore, people who are interested in the price of bus tickets have no place in the Academy. The Academy cannot tolerate the inferiority of worrying about daily matters.

Global climate change does not interest the mathematician; because the mathematician devotes himself/herself to solving the differential equations that underlie climate modellings. Even though this might be the best known way to “understand” global climate change; understanding it better does not imply stopping it.

The Academy is the place where a social problem is “studied” by different perspectives. On the other hand, the Academy is the place where this social problem can be studied only. Once the issue is sufficiently understood, the duty of the academic is over.

The Academy questions everything other than its own activity of questioning.

Universe is a whole, the Academy declares autonomy in the universe. The humanity exists in a historical context; the Academy keeps itself out of the historicity. Scientific knowledge is too unreachable to be considered as part of history. Working on mathematics requires not working on anything else; because the scientist is devoted herself/himself so much to science that she/he cannot bother about humanity. The physicist never reads a newspaper or philosophy. The historian has no idea about Maxwell equations, evolution, or climate change. The universe is a whole, science decomposes. The humanity is a whole, but it does not look at itself holistically. Bad things happen in the world; the academics are the ones who know this fact “best”, but “understand” it worst.

"Kalkınmış" değil, "aşırı kalkınmış" ülkeler !

Devrimi Söylemek: Devrimci Söylem İnşasına Katkılar - 2
100618

“Kalkınmış” değil, “aşırı kalkınmış” ülkeler !



0) Giriş

Şu anda doğanın yenileme hızının 1.3 katı hızda tüketiliyor doğal kaynaklar. Yani artık doğayı kullanmak yerine, doğayı -kelime anlamıyla- tüketiyoruz. Doğanın açıkça “biteceği” günlere hızla ve de hızlanarak yaklaşıyoruz.

Aynı olgunun başka bir şekilde ifadesi daha zenginleştiriyor tartışmayı: Bugün herkes dünyadaki bir ortalama insan gibi* tüketirse, dünyada canlı yaşamını sürdürülebilir kılmak için 1.3 dünyaya ihtiyacımız var. Ortalıkta sadece bir tane dünya olduğunu hatırlatmaya gerek var mı?


1)“Harç bitti yapı paydos” ya da Her Büyüme İyi Değildir.

Herkes sizinle aynı şekilde tüketirse yaşamı sürdürülebilir kılmak için gereken dünya sayısına, “ekolojik ayakizi” deniyor. Yani, şu anda insanlığın ekolojik ayakizi, 1.3 dünyaya tekabül ediyor.
Şimdi bu 1.3 oranına daha yakından bakalım. “Ortalama” deyince bazı gerçekler gizli kalıyor. Biraz yaklaşalım:


Ülke

Ekolojik

ayakizi

Amerika Birleşik Devletleri

9

İspanya

5,6

Fransa

4,6

Almanya

4

Türkiye

2,8

Brezilya

2,3

Çin

1,8

Zimbabve

1

Hindistan

0,8

Bangladeş

0,5


Ekonomistler, yukarıdaki listede ilk yedi ülkenin “gelişmiş”, diğerlerinin ise “gelişmemiş/gelişmekte” olduğunu söylüyorlar. Doğaya sorarsanız işin aslı öyle değil: Listede üçü hariç tüm ülkeler “aşırı gelişmiş” durumdalar.

Ekonomist değil devrimciyiz. Kalkınmış ülke, gelişmiş ülke gibi kavramları acilen terk edip, kendi sözümüzü söylemeliyiz.


2)Kim Neye Nasıl Kalkınıyor?

“Ortalama” deyince bazı gerçekler gizli kalıyor. Elbette ki, ABD'deki bir evsizle Bill Gates'in ekolojik ayakizleri aynı değil. Elbette ki, bir lokanta garsonuyla Rahmi Koç'un ekolojik ayakizleri aynı değil.

Sorun, devrimciler, emekçilere, patronların yaşam şartının tıpkısının aynısını vaat edince ortaya çıkıyor. Hayal ettiğimiz, herkesin bakkala ekmek almaya jiple gittiği bir sistem değil. Hayal ettiğimiz, dünyanın dört bir yanında herkesin Kolombiya muzu yediği bir sistem değil.


3)Berrak bir dille açıklamak

Sonuç olarak; muhalifler, bugün “gelişmiş” denen ülkelere “aşırı gelişmiş” demekte tereddüt etmemelidirler. Kalkınma söylemini topyekün reddetmenin tam zamanıdır. Bugün dünyayı yönetenlerin yaşam tarzı, imrenilecek değil, acilen değiştirilecek bir şeydir.

Dünyada canlı yaşamının sürmesini arzulayan, insanın doğayla gerçek ilişkisini sağlamayı amaçlayanlara çağrımızdır.

*“ortalama insan kadar” değil, “ortalama insan gibi”. Çünkü insanın gereksinimlerini karşılaması kendiliğinden ciddi bir sorun teşkil etmiyor, bu ihtiyaçların karşılanma biçimi ise bugün dünyayı felakete sürüklüyor. (İnsanların A noktasından B noktasına “ulaşması” ile, bu ulaşımı “5 kişilik bir jipte tek kişilik bir yolculuk” yaparak gerçekleştirmesi arasında uçurumlar var.)

Making sense of explanatory footnotes being longer than the main text

Making sense of explanatory footnotes being longer than the main text
100610

Just keep yourself busy... No hopes; only some primitive desires; semi-worries. It is always possible to get the same thing in different forms. Also, it is always possible to get different things in the same form. This means: no need to behave as you are, it is indistinguishable anyway. This means: no need to hide, you can always run.

Being as you are is a little trickier than you think it is. It is a contradictory tautology if you don't mind to call it like that. You cannot be as you are, this would be too messy -even for an existent being. You might just pretend to be someone/something. This means: no need to hide, no one is seeking.

Just keep yourself busy. Lifelessness can sometimes be a lifestyle, whatever this might mean. Understanding yourself basically means the end of the story. Once you know the murderer, it is so boring to read the story. But notice; if you know the murderer, it is also quite boring to actually write the story. So; one more time: no hopes; only some primitive desires; semi-worries.

You cannot bail yourself out, you cannot declare bankruptcy, you cannot hide, you cannot cheat. Not because you are being ethical or anything. It is simply because these are logically invalid options. Existence is partialised only when it becomes a burden.

Your explanations have no meaning in a context where you are basically not allowed to express yourself -not even to yourself. What do you want? And why exactly do you want that? (Please contact the human resources department if you think you have answered these questions.)

Derdimiz “Siyasal İslam” değil, bizzat İslam'dır.

Devrimi Söylemek: Devrimci Söylem İnşasına Katkılar - 1
100519

Derdimiz “Siyasal İslam” değil, bizzat İslam'dır.



0) Giriş

Uzun süredir sol çevrelerde “siyasal islam”a karşı bir söylem ve mücadele hattı oluşturulmaya çalışılıyor. Öte yandan, bu çok önemli mücadele alanında kullanılan dilin çarpıklığı can yakıcı bir hâl alıyor.

“Siyasal islam” diye tabir edilen, dini inançların sosyal ve ekonomik hayata nüfuz etmesi olgusu, ifadesi itibariyle aslında mücadele hattını daraltmakla kalmıyor, özgürleşmenin önüne de bir set inşa ediyor.


1)Siyasal islam yoktur, islam siyasidir.

Tüm dinler, siyasi sebeplerle ortaya çıkar, daha sonra da varlıklarını siyasi sebeplerle korurlar. Bu sebepler ortadan kalkınca bu dinler ortadan kaldırılır; ezen sınıf tarafından, toplumun o aşamada kaldırabileceği başka dinler yaratılır.

Dinin siyasallaşmasından bahsetmek, dairenin yuvarlak olmasından bahsetmeye denktir. Tüm dinler tanım gereği siyasaldır. İslam, yüzyıllar önce kurulan bir imparatorluğun ideolojisidir. Bu ideoloji, o imparatorluk ve onun imparatorlarından bağımsız düşünülemez. Bugün “islam inancı” denilen, bu imparatorluğun ideolojisine sahip çıkmaktan başka bir şey değildir. Tam da bu sebeple, sanıldığı gibi metafizik değil, son derece materyalist bir düşüncedir.


2)Sorun, dinlerin bizzat kendileridir.

İnsanların, davranış ve düşünceleri üzerine konan/koydukları tabularla kendilerini kısıtlamaları özgürleşmenin önündeki engellerden biridir. Diş perisine inanmak, homofobik olmak, olmayan bir şeyin olduğuna inanıp ona tapmak, bazı milletlerin üstünlüğüne inanmak, transfobik olmak, köleliğe inanmak, erkeğin kadından üstün olduğuna inanmak vb. “kişisel inançlar”; saygı gösterilmesi gereken tavırlar değil, derin bir yabancılaşmanın sonuçlarıdır. Meselemiz tam da bu yabancılaşmanın ortadan kaldırılmasıdır.

Bir yabancılaşmanın siyasallaşması ve toplumsal alandaki etkisinin artması, çok tehlikelidir. Ama hedefimiz bu etkiyi azaltmak falan değil, yabancılaşmayı ortadan kaldırmaktır. (Murphy kanunları gereği, azıcık hamile kalmak diye bir şey yoktur.)


3)Berrak bir dille açıklamak

Sonuç olarak; muhalifler, ister militan materyalist olsunlar, ister dinle hiçbir sorunları olmasın; siyasal islam söylemini terk etmelidir. Bu söylem, dini inançlarla politikanın farklı şeyler olduğunu iddia eden burjuva ideolojisinin parçasıdır.

Metafiziğe kayıtsız olanları dinin politik bir kurum oluşu gerçeğiyle hesaplaşmaya; militan ateistleri gururla seslerini yükseltmeye davetimizdir.

Ege M. Diren - "Özgürlük"ün özgürlüğü için mücadeleye katkı

Ege M. Diren - "Özgürlük"ün özgürlüğü için mücadeleye katkı
İki örnek üzerinden kısa bir deneme

100427


Hepimiz 'dişperisi-tanımaz'ız. Birçoğumuz, 'zeus-tanımaz'ız. Çünkü dişperisi ve Zeus'un "var olmadıklarını" anlayabiliyoruz. Tanrıtanımazlar sadece bir adım fazla atıyorlar bu hususta.*

"Özgür" iradesiyle, olmayan bir şeyin olduğuna (ve duruma göre, her şeyi yarattığına, ahlakı yarattığına, bizi cezalandıracağına, bizi ödüllendireceğine, her şeyi bildiğine, her şeye muktedir olduğuna vb) "inanma özgürlüğü" konusundaki sığ tartışmanın sonucu olan "başörtüsüne özgürlük" söyleminin boşluğundan boğulanlara bir nefes geliyor İstanbul dışından. Avrupa'dan devşirilmiş solculuktan başka şeyler de oluyor bu ülkede.

"Munzur özgür akacak" ya da "Dereler gümbür gümbür / Karadeniz özgürdür" sloganlarındaki ortak unsura dikkat edelim. Sonra, bu sloganlarla "Başörtüsüne özgürlük" sloganı arasındaki ayrışmayı fark edelim. Bu sloganların hepsi -çok ilginç bir şekilde- aynı ülkede somutlaşıyor.

"Özgür" akan derelerden bahseden bir topluluktan daha zarif, daha derinlikli bir kitlesel hareket hayal edemiyorum. (Öte yandan; Zeus'a inanma, dişperisine inanma gibi bir "özgürlük"ten bahsetmekten daha boyutsuz bir politika, daha amorf bir felsefe de hayal edemiyorum.)

Bu ekolojist hareketin içinde; en incelikli marksist tartışmaların, en rafine özgürlük felsefesinin sezgileri görülüyor. Bu kitlenin sezgileri, çok daha derinlikli bir politik hareketi, çok daha güçlü bir felsefi poziyonu ima ediyor. Bundan daha büyük umut kaynağı olamayacağını iddia ediyorum.

Tüm sol teorisyenleri, tüm devrimci muhalifleri, tüm aydın demokratları; yukarıda değinilen iki hareket arasındaki tezatı görmeye, kendi duruşlarını sorgulamaya (ve mümkünse, bir süreliğine İngilizce'den ve Fransızca'dan çeviri makale okumamaya) davet ediyorum.

Özgürlük gibi derin bir kavramı; metafizik inançlara özgürlük, homofobiye özgürlük, transfobiye özgürlük, köleliğe özgürlük gibi yabancılaşmayı yeniden ve yeniden üreten kavramlara ulamak; insanlığın bunca felsefi birikimine saygısızlıktır. Hele ki aynı toplum içerisinde, derelerin, denizlerin özgürlüğünü savunacak kadar bütüncül, evrensel, ekolojist bir söylem varken.

Özgürlük mücadelesi pazarda domates seçmeye benzemez, n boyutlu**2 bir tartışmanın sonucudur.
Özgürlük mücadelesi pazarda domates seçmeye benzer, çürükleri alırsanız zehirlenme riskiniz vardır.



* Fikir, Richard Dawkins'ten alıntıdır.
** n herhangi bir doğal sayı olmak üzere

Nothing philosophical about it / Felsefe etme yeter.

Nothing philosophical about it / Felsefe etme yeter
100422

Birinci musluk, boş olan havuzu yaklaşık 25 yılda doldurabilmektedir. Havuzun altında yer alan milyonlarca musluktan her biri, dolu havuzu birkaç dakikada boşaltabilmektedir. Bu durumda, havuz yarısı boş halde iken tüm muslukların açılması halinde havuzun tamamen dolması için gereken süreyi hesaplayınız.

Hesaplayamazsanız, buradan buyrunuz:

Garp kurnazlığıyla,1 dürüstlüğü alt edemezsiniz. Dürüstlükle ise hiçbir halt edemezsiniz.
Her iki durumda da, nabzı penislemeden şerbet verdiğiniz için çuvallarsınız. Nabza göre vereceğiniz şerbet ise genetiği değiştirilmiş ürün içerdiği için sağlığa zararlıdır.


İster sarhoş, ister ayık olun; herhangi bir ortamda herhangi bir şekilde herhangi bir kimseye içinizi dökmek tehlikelidir. Çünkü kamusal alanlara çöp dökmek yasaktır. Üzerinizdeki suçu kimseye atamazsınız, kendinize bile. Çünkü suç, yalnızca işlenmekle kalmaz; işlenmiş biçimde satılır, kiralanır, ve dolayısıyla çalınır, gasp edilir, tüketilir.

Kelime oyunu yapmak yasaktır, çünkü kelimeyle şaka olmaz, kelimeyi şeytan doldurur. Doğrudur: kelimeyi siz boşalttıkça şeytan doldurur, siz doldurdukça şeytan boşaltır. Dolayısıyla, tüm konuşma eylemi özünde bir Rus ruletidir; üstelik kaç kurşunla başladığınızı dahi bilmediğiniz bir Rus ruleti...

Yukarıdaki cümlelerin tamamının ispatı şu gerçekte gizlidir: Samimi ve hedefsiz bir nefretle yazılmış bu satırlar, bir kişiyi olsun kiriş geçmeyi başaramamış, edebi ve edepsiz bir zihin jimnastiği olarak okunmaktadır. Oysa ne yazar ne de okuyucuların zihinlerinin obezite sorunu yoktur.


1Garp kurnazlığı, karşınızdakinin aklına gelmeyecek son derece zarif bir manevrayla mevzi kazanmaktır. Şark kurnazlığı ise, karşınızdakinin kolayca aklına gelebilecek ama yine de onu çaresiz bırakacak bir hamleyle rakibinizi kündeye getirmektir.

Itiraz ediyorum.

İtiraz ediyorum.

100419


Kendini anlatmaya çok yaklaştığını hissettiğin bir anda, karşındakinin seni anlamaya ne kadar uzak olduğunu keşfetmek. İçinde bir daralma ve midende bir sancıyla duraksamak. Duraksadığını belli etmemek için konuşmaya devam etmenin çoğalttığı mide sancısından kıvranmak.


Çünkü anlam yalnızca bir metafordur, yalnızlığı ifade etmek için kullanılan.


Konuşmanın, bakışmanın, dinlemenin, dokunmanın tüm niteliğini yitirdiği bir anda, tüm hevesi kursağında gemici düğümü olmuş bir halde ağzını, gözlerini, kulaklarını ve tenini kapatmak dış dünyaya. Bugüne kadarki tüm iletişiminin tamamen tesadüfi bir kesişimler silsilesi olduğunu düşünmeye başlayacak kadar umutsuzluğa kapıldığın ve bu sebeple bağırıp çağırmaya can attığın sırada, uslu uslu oturmaya mahkum olduğunu fark etmek.


Çünkü umut yalnızca bir metafordur, başarısızlığı ifade etmek için kullanılan.


Her şeyin çok yanlış olduğunu, bütün bu olan bitenin baştan sonra yanlış olduğunu kendine yeniden hatırlattığın; davranışlarının ve sözlerinin sonuçlarına dair fikir yürütmüş olduğun için kendinden iğrendiğin; insanların seni anlamak için özel çaba göstermesini beklemiş olduğun -hem de yeniden, iflah olmamışcasına, göz göre göre beklemiş olduğun- için kendini hayal kırıklığına uğrattığın o anı yeniden yaşamak. Her yaşayışında, daha önceki tıpkısının aynısı deneyimlerini (her seferinde bir fazla olacak şekilde) hatırlamak. Her hatırlayışında, ne kadar az şeyin değişmiş olduğuna şaşırmak. Her şaşırışında, hala buna şaşırabilişine kızmak.


Çünkü sorgulama yalnızca bir metafordur, değişmezliği ifade etmek için kullanılan.


(Acaba bu yazı kimseye hitap ediyor mu, kimseye temas ediyor mu..... Tutarlı kalmak için öyle olmadığını düşünmeli, ama tutarlı kalmalı mı ki?)

Narcissism Revealed!


Now that you can relax, don't relax.

A life is not a version of the possible lives. An action is not an arbitrarily fixed element of the infinite set of decisions.

It's not about what you guess is true. It's not about how you express what you might have felt. It's not about life. It is life.

Mathematistically speaking1:
  • The product of any collection of nonempty sets is nonempty, provided one assumes the axiom of choice -which states that there is always a choice function on a set.2 Therefore, free will exists.
  • Moreover, a measure defined on the set of one's actions can always be extended to a complete measure on the person.3
  • We know that a set is connected if it has no disconnections, and that the image of a connected set is connected4; which yield that if we have a discrete person (so that s/he is not normal5) then her/his pre-image under the identity must be disconnected. Finally, since the connected components of her/his image are open and but not dense; we conclude that there is a sequence of her/his actions which converges to an action outside of the components of her/his image.6

In short: It's one thing to wait for someone, and another thing to keep yourself busy while waiting.



1The statements below are slight modifications of theorems or definitions. Even when taken literally, the reader is invited to concede that they are proven facts.
2These statements are logically equivalent. The former is just a rephrasing of the latter.
3Caratheodory's Theorem
4Intermediate Value Theorem (provided we take continuous image)
5Urysohn Metrization Theorem (We use the fact that discrete spaces are not metrizable)
6Here, we assume that the person satisfies the first axiom of countability.

Marx'in hakkini Marx'a vermek, marksistin hakki olmayani marksistten almak

Marx'ın hakkını Marx'a vermek, marksistin hakkı olmayanı marksistten almak
100316


Herkes Marx okuyabilir. Mesele, kimin Marx'ı daha iyi veya doğru okuduğu değildir.

Marksistler dünyaya bakınca marksist metinleri görürler. Oysa marksist metinlere bakıp dünyayı görmeleri gerekir.

İnsan marksist olduğu için komünist olmaz. İnsan, dünyada çözmek istediği sorunlar gördüğü için komünist olur. Marx, dünyadaki sorunlara dair bir metod ve bir anlayış sunar. Ama marksist, Marx doğru anlayış sundu diye komünist olmaz, dünyayla ilgili bir derdi olduğu için komünist olur.

Marx'ın heteroseksizme değinmemiş oluşu, heteroseksizmin bir sorun olduğu gerçeğini değiştirmez. Sorunlar, marksist metinlerde tanımlanmazlar. Sorunlar, marksist metinlerde irdelenirler. Marksizm, bir tomar kağıtta dünyanın bütün sorunlarını içermez.

Meseleler, marksizmin birer "uygulaması" değildir. Marksizm, meselelere dair bir "soyutlama"dır.

Küresel iklim değişimi Marx'ın metinlerinde incelenmiş değildir. Ama bu, küresel iklim değişimin dünyanın en acil ve öncelikli sorunu olduğu gerçeğini değiştirmez.

Marx, başı sonu belli bir doktrin sunmaz; dünyayı, tarihi anlamak (ve dolayısıyla değiştirmek) için bir yöntem, bir yaklaşım sunar. Bu, marksizmin asıl gücüdür.

Marksistin "birincil derdi" Marx'ı anlamak değildir, dünyayı değiştirmektir. Öte yandan, dünyayı değiştirmek "için" Marx'ı anlamaya çalışır.

İnsanlığın meselelerini tarih içinde algılamaya çalışmak ne kadar doğruysa, ekoloji krizinde sınıfsal bir fırsat görmediği için konuya burun kıvıran marksist de o kadar hatalıdır. Marksist perspektif ne kadar doğruysa, eşcinselliği tedavi edeceğini vaat ederek militan homofobik zırvalar yumurtlamak o kadar insanlık dışıdır.

Akademik takvim, akademik yillarin dunya etrafindaki donusune gore belirlenir.

Akademik takvim, akademik yılların dünya etrafındaki dönüşüne göre belirlenir.
100316

Sosyal bilimciler kitap okumazlar, "okuma" yaparlar. Önlerine bir kitap, bir makale aldıklarında, dünyayla ilgili bir dertlerine cevap aramazlar, yazarın fikirlerini analiz etmeye ve diğer düşünürlerin görüşleriyle onun görüşlerini kıyaslamaya çalışırlar. Bu sebeple, okuyarak bir "şey" öğrenmek yerine, okuma yaparak "bir kişinin düşüncelerini" öğrenirler.

Felsefeciler, varlık felsefesi hakkında düşündükleriyle kantindeki çay bardağı arasında bir ilişki görmezler. Sosyologlar, insanlar yerine insan kategorileri görürler.

Matematikçiler, bir makale veya kitap okuduklarında, evreni veya evrenin bir parçasını görmezler, sadece matematiksel hesaplar görürler.

Akademi, gerçek dünyayla ilgilenmez. Gerçek dünyayı düşünmek konu dışıdır; öğrendiklerinden, gerçek dünyaya dair bir fikir edinmek, Zeus korusun, ahlaksızlıktır.

Her disiplinin belli bir soyutlama seviyesi vardır, demek ki o soyutluğun içinden başka bir yere gitmemek gerekir.

Matematikçi, matematik "hakkında" konuşmayı zayıflık sayar. Sosyolog, sosyolojiye getirdiğiniz eleştiriyi modernist, aydınlanmacı vb. bulur. Psikolog, psikolojiye eleştirel yaklaşma ihtimalinizi dahi kaale almaz.

Akademi; kimya, tarih, edebiyat, fizik, sosyoloji, genetik, mimarlık, tıp, politika, matematik, biyoloji ve daha birçok disiplinin atomik şekilde ayrıklaştığı ortamın ismidir. Akademide, matematiğin politikası olamayacağı gibi, fizik bilen felsefeci de bulunmaz.

Akademi, akademidir; ve bu cümlenin mantıksal sonucu olarak, akademi yaşam değildir. Akademi otobüs biletinin fiyatıyla ilgilenmez; dolayısıyla, otobüs bileti fiyatıyla ilgilenenlerin akademide yeri olamaz. Akademi, yaşamsal meseleleri dert edecek kadar halklaşma küçüklüğüne tahammül edemez.

İklim değişimi matematikçiyi ilgilendirmez; çünkü matematikçi, kendini, iklim modellemelerine dair diferansiyel denklemleri çözmeye adar. İklim değişimini "anlamanın" bilinen en doğru yolu bu olsa da, iklim değişimini daha iyi anlamak, onun durdurulmasını sağlamaz.

Akademi, bir toplumsal meselenin çeşitli açılardan "irdelendiği" yerdir. Öte yandan, akademi, yine aynı toplumsal meselenin yalnızca ve sadece irdelenebileceği yerin ismidir. Mesele yeterince anlaşıldığında, akademiklerin görevi sona erer.

Akademi kendi sorgulama eylemi dışındaki her şeyi sorgular.

Evren bir bütündür, akademi evrende özerkliğini ilan eder. İnsanlık, tarih içerisinde var olagelir; akademi, kendini tarihselliğin dışında tutar. Bilimsel bilgi, tarihin içerisinde değerlendirilemeyecek kadar erişilmezdir. Matematikle uğraşmak, diğer meselelerle uğraşmamayı gerektirir; çünkü bilim insanı, kendini, insanla uğraşamayacak kadar, bilimle uğraşmaya adamıştır. Fizikçi, ne gazete okur, ne de felsefe. Tarihçi, ne Maxwell denklemlerini bilir, ne evrimi, ne de iklim değişimini. Evren bir tanedir, bilim ayrışır. İnsanlık bir bütündür, ama insanlık kendine bütünlüklü bir bakış getirmez. Dünyada kötü şeyler olur, bunu en iyi akademikler "bilir", en kötü akademikler "anlar".