Odayı son kez gözden geçirdi. Yolcu etti gideni, kapıyı kapattı. Pencereye yöneldi. Köşeyi dönene kadar takip etti gözüyle, giden farkında bile olmadı bunun. Yukarıya bakıp son kez vedalaşma şansı olup olmadığını kontrol etmedi giden. Fark etti bunu –ama belli etmedi. Bunun önemsemekle ilgisi olup olmadığını merak etti, olmadığına karar verdi. O anda aklına geliverdi; mutfağa gidip tüpün kapalı olup olmadığına baktı, kapalıydı. (Kendisi hiç kullanmadığı için tüpü kapalı tutuyordu, gelen – yani, şimdiki durumda, giden – kahve için su ısıtmak istemişti. O da durumu anlatmış, tüpü açıp kendisinin yapabileceğini söylemişti. Böylece gelenleri ve gidecekleri evlerinde hissettirmeye çalışıyordu.) Akıl etmiş olmasına çok sevindi –ama belli etmedi. Kahvesini içtikten sonra tüpü kapatması gerektiğini hatırlamış olması çok memnun etti onu. Neredeyse telefon edip teşekkür edecekti, son anda vazgeçti. Ortalıkta duran bardakları mutfağa götürüp çalkaladı. Göz kararıyla iki bardak seçti kullanılmışlardan, biri su, diğeri şarap içmek için (Yalnız başına şarap içerken su bardağı kullanıyordu tembelliğinden, salondaki dolaptan gidip kadeh alıp getirmek ve sonra yıkanmışını geri oraya koyacak olmak gereksiz gelmişti.). Bu sayede iki bardak az yıkıyordu her seferinde. Hatta su bardağını hiç yıkamazdı. Böylece su, zaman ve emek tasarrufu yaptığını bir kez daha aklından geçirdi.
Öğleden sonraydı. Güneş henüz batıyordu. Bardak seçerken, akşama misafir geleceğini düşündü. (Bir arkadaşına yardımcı olacaktı derslerinde sadece ama bütün gelenlere misafir demek ve evcilik oynuyor gibi davranmak hoşuna gidiyordu –ama belli etmiyordu bunu pek.) Yemek için bir şeyler yapması gerektiğine karar verdi. (Evde mümkün olduğunca az yiyecek tutuyordu. Sadece bir ay kalacak olduğundan, ne yemek yapılacağını düşünmek, ona göre belki eve erken gelmek, bulaşık yıkamak gibi ev işlerini yapmamayı tercih etmişti. Gerçi yine de şimdi buzdolabında bir şeyler vardı.) Buzdolabını açtı. Şöyle bir göz gezdirdikten sonra salata yapmaya karar verdi ve malzemeleri çıkardı. Salatayı koyabileceği bir salata tabağı aradı. Üç tane buldu. (Hangisini alacağına karar vermeye çalıştı. Üst üste duruyordu üçü de. Alttaki ikisinin bulaşık makinesine koymak için fazla büyük olduklarını düşündü –öyle ya, yemek yenecekse bulaşık makinesini çalıştırmak gerekecekti. Bulaşık makinesini açtı ve düşüncesinin doğruluğunu kontrol etti. Gerçekten de onları koyunca tabaklar ve kâseler için yer kalmayacaktı.) Üstte duran tabağı aldı. Malzemeyi iyice yıkadıktan sonra, tabağın içinde kesmeye başladı. (Vitaminin büyük çoğunun tezgâhta kaldığını, bu yüzden en faydalı davranışın tabağın içinde kesmek olduğunu bir kez daha düşündü –ama belli etmedi.) Ekmeğin çok az kalmış olduğunu hatırladı. Salatayı hazır edip, yağ ve limonunu koymadan buzdolabına koydu üzerini kapatarak. (Böylece hem soğuk kalacağını hem de yumuşamayacağını düşündü.) Üzerine bir tişört giydi. Sandaletlerine ayaklarını geçirdi ve dışarı çıktı. (Kapıyı ne kadar kilitlemesi gerektiğini düşündü.) Üst kilidi üç kez çevirdi. (Yeterli buldu bunu.) İki basamak aşağıya attı ilk adımını, geri döndü, geride kalan ayağındaki sandaleti bağladı. Sonra o adımını iki basamak ileri attı ve diğer sandaleti bağladı. (Böylece dört adım kazanmış olduğunu düşündü. Başkası olsa, yukarıya doğru iki basamaklık bir adım atardı önce, sonra o ayağını çekip diğerini koyardı, en sonunda onu da çekip öyle inerdi aşağıya. Merdivenleri her gün en az bir kez inip çıktığına göre, yaklaşık olarak ne kadar kâr edeceğini hesaplamaya çalıştı, beceremese de çok olduğunu görüp sevindi –ama belli etmedi. Yol boyunca oyalandı bununla.) Döndüğünde yine dört basamak kala iki basamak birden yukarı attı adımını ve ayakkabısını çözdü, sonra diğer adımını attı iki ileriye ve onu da çözdü. Gülümsedi –belli etmeden. (Üst kilidi kilitlemiş olmasına sevindi. O kilit, diğerlerinden daha büyükçe bir anahtarla açılırdı. Böylece uzun uzun anahtar aramasına gerek kalmadan rahatlıkla buldu anahtarı eliyle. Hatta bakmadı bile anahtarlığa.) Kapıyı açıp içeri girdi. Hazırlıklarını tamamladı. Beklerken kitap okudu.
Kapı çalındı. Aşağıya doğru “Kim o?” diye seslenirken ve alt kapıyı açarken ve gelenin yukarı çıkmasını beklerken “kapının çalınması” hakkında soğuk espriler yaptı kendi kendine. Gelenin ayakkabısının bağcıklarını çözerken girdiği hallere gülümsedi –ama belli etmedi. Bir bardak su ikram etti. (Eğer gelen kendisi almaya kalksaydı mutlaka yeni bardak kullanacaktı, oysa o ikram ederken kullanılmışlardan bir tane seçip suyla çalkalamış ve o bardağı vermişti.) Gelen, havadan sudan konuştu. Sıkılmıştı; kitabını düşünmeye başladı. Arada bir kafasını sallıyor ve onayladığını, dinlemekte olduğunu belirten işaretler yapıyordu. Kitabını açıp kaldığı yerden devam etmek geldi içinden, ama gelenin anlamayacağını ve darılacağını düşünüp vazgeçti, aklından yazmaya başladı kitabın devamını onu dinler gözükürken. Sonra gelenin anlatacakları bitti. Ders çalıştılar. Bu sırada kendisine şarap koydu bir bardak. Gelen de istedi, ama ona vermedi. (Ders çalışması gerektiğini söyleyerek ikna etti onu. Ama aslında onu alkol alırken görmeye dayanamıyordu ve hatta sarhoş olmasından korkuyordu. Bunu gelenin düşünememiş olmasını düşüncesizliğine verdi. Daha önce konuşmuşlardı bu konuyu defalarca ama konuşmaları sadece kendisi dinler ve hatırlardı. Bu sırada, gelenin demin anlatmış olduğu bütün gereksiz olay ve dedikoduları, dinlememiş olmasına rağmen, hatırladığını fark etti. Kızdı gelenin düşüncesizliğine –ama belli etmedi.) Biraz beraber çalıştıktan sonra ona birkaç soruyu çözmesini söyledi, derin bir nefes aldı ve kitabını okumaya başladı yeniden. Daha sonra ara verdiler, yemek yediler. Daha çok konu vardı anlatılacak –hele sonsuz seriler yok mu…– ama gelen sürekli kaynatmaya çalışıyordu. (Aslında kendisini ilgilendiren bir mesele yoktu ortada. Gelen istemiyorsa çalışmazlardı, yine de sorumsuzluğuna kızdı –ama belli etmedi.) Sık sık yüzünü yıkamaya gidiyordu gelen.
Bulaşıkları topladı bu sırada. Tam düşündüğü gibi, güzelce yerleşmişti her şey makineye. Gülümsedi –ama belli etmedi. Bulaşık makinesinin kullanma kılavuzunu aldı ve nasıl çalıştırılacağına baktı. (Kullanım kılavuzu olan hiçbir şeyin nasıl kullanılacağını öğrenmemeye ant içmişti sanki. Çok gereksiz bilgiler olduğunu düşünüyordu; yazının, hele matbaanın icadından sonra hafıza diye bir şeyin demode olduğunu düşündü.) Hava çok sıcaktı, yüzünü yıkamaya gitti lavaboya. Gelen, sabunu sabunluğa bir avuç suyla beraber koymuştu. Bu yüzden sabun yumuşamıştı ve köpük köpük olmuştu. Sabunluktaki suyu döktü eline. Yine de belki de sıvı sabun muamelesi gösterebileceğini düşünmüştü. Başarısız bir deneme oldu bu. Yazık olmuştu sabuna. Kızdı –neredeyse belli edecekti, ama etmedi. Salona gitti. Birkaç saat daha ders çalıştılar. Sonra gelen gitti. Gidenin arkasından baktı yine pencereden ve yine fark etmedi giden. (Bütün gidenleri ve gelenleri bir tutuyordu kafasında. Gidenler gidendi, gelenler gelendi, gelenler gidendi, gidenler gelendi. Özneler önemli değildi. Gidenler dönüp arkasına bakmazdı. Gelenler gidecek olmasalar gelmezlerdi –ki bu yüzden hiç misafir olmazdı o; biliyordu, gerçekten isteyerek giderse geri gelmek istemeyecekti ve bu misafir tanımına uymuyordu.) Gülümsedi belli ederek. Koltuğa oturdu. Kitabını açacaktı, vazgeçti. Bugün düşünmüş olduklarını ve neden bu kadar düşünüyor olduğunu ve diğer insanların da bu kadar düşünüp düşünmediklerini düşündü. Sonra halini fark edip güldü –belli ederek ve belli ettiğini düşünerek. Gözlerini kapadı.
28.8.’6
Sonsöz: Ve bir solukta yazdım ‘ayrıntılar insanı’nı. Temize geçerken fark ettim, sanki övmüşüm ana karakteri. Oysa öyle bir amacım yoktu. Aksine, olabildiğince nötr, hatta biraz olumsuz bir karakter yaratmaya çalışmıştım. Onun yerine kibirli, şımarık birini yarattım. Kendimle de aynen bu gelmişti başıma.
No comments:
Post a Comment