Nasıl yaşamalı? Yaşamalı mı hatta?
Sabah. Uyandım. Uyumak yaşamın en güzel kısmı sanırım. Yaşadığını fark etmeyen insandan ferahı yoktur muhtemelen. Bu yüzden seviyorum uykuyu. Uyandım ama artık. Bir süre zaman doldurmak gerek tekrar uyuyabilmek için. Saat? Sıfır. İyi. Bankaya gidecektim, geç kalmamışımdır umarım. Yoksa dün müydü o? Her neyse.
Ne zaman başladı bu dönüşüm? Emin değilim. O öldüğünde başladı her şey. Ölüm. İnsanların her şeyi fark etmesi için en iyi fırsat. Yakınımızda bir ölüm. Ölümü anlayamayan insan yaşamı nasıl anlayabilir ki? Yokluk hakkında hiç fikri olmazken varlığını anlayabilir mi? Evet, evet. Onun ölümüyle başladı her şey. Hayatın anlamsızlığı vurdu yüzüme, sıcacık odadan fırtınalı sokağa çıkmak gibiydi, ya da değildi, benzetme yapmamalı. Yokoluşla bitecek bir şey bu şey. (Hayat kelimesini bile romantik çağrışımlarından dolayı sevmemeye başladım.) Peki ama, saçma bir hayatta nasıl yaşamalı? Yaşamalı mı, hatta? Evet, buna benzer bir şekilde başladı her şey.
Yüzümü yıkamalıyım nedense. Sonra da kahvaltı edeceğim. Bir gün daha başlıyor, nedense... Musluk. Su akıyor. Şimdi elimi suyun altına tutmalıyım, şimdi de sabunu almalıyım elime. Demek ki önce elimi suyun altından çekmeliyim. Yüzümü sabunluyorum. Bu da tamam. Sonra... Sonra yüzümü durulamalıyım. O da oldu işte. Şimdi doğru mutfağa. Sıra kahvaltıya geldi.
Yaşamaya karar vermedim hiçbir zaman. Ama ölmeye de karar veremedim. Yaşamam gerektiğine ikna olmamıştım, ama yaşıyordum bir şekilde. Ölmeye de ikna olamadım ve varolmayı sürdürdüm bu sebeple. Şöyle bir şey gelmişti aklıma bir zamanlar: İntihar etmemek için tek sebep üşengeçliktir. Yoksa böyle değil miydi? Her neyse. Ölmekle yaşamak arasında ciddiye alınacak bir fark görmüyorum sonuç olarak.
Gün geçtikçe daha iyi alışıyorum yaşamaya. Kahvaltımı hazırlayabildim başka şeyler düşünürken. Alışmak... Homo sapiens türü, halen dünyada var olmasını bu yeteneğine borçlu olmalı. Alışkanlık. Sorular sormak, dertler edinmek ve sonra alışmak bu dertlere. Unutmak değil bu. Hatırlamak ama umursamamak gibi bir şey. Artık ağlamıyorum mesela onu düşündüğümde. Ya da galiba hiç ağlamamıştım. Yine de ağladığımı varsaymıştım, aynı şey. Nasıl olsa etrafta kimse yoktu, gerçekten ağlamam lüzumsuzdu yani.
Ölüme karar vermediğim gibi, eski davranışlarımı değiştirmeye de ikna olamamıştım. Hayatım akışını sürdürdü, karışmadım. Doğru olduğunu düşündüğüm şeylerden pek vazgeçmedim galiba, vazgeçtiysem de farkında değilim. Yok yok, kendime haksızlık etmemeliyim (en azından bu konuda), birçok şey aynı kaldı. Hatta yeri geldi, eskisinden çok çalıştım. Çalışmamakla çalışmak arasında bir fark yoktu. Kolay olanı, çalışmayı seçtim. Geçen 8 Mart’ta en ön safta değildiysem de önlerdeydim. Bir tür dertlerden uzaklaşma çabası mıydı yoksa o? Hatırlamak gerek cevap vermek için. Çok zaman geçti üzerinden.
Çay, çok sıcakmış. Üzerime döküldü. Neyse ki henüz pijamalarımı çıkarmamışım, iz kalması sorun değil. İyice havaya girmişim. Düşünürken çay içebileceğimi zannetmişim. Bacağım acıyor. Sanırım soğuk suya tutmalıyım bacağımı. İşler karmaşıklaşıyor. Ya düşünmemeli ya da bacağımın kızarmasına göz yummalı. Banyo çok uzak. Hem bacağım geçer birkaç dakikaya. Nerede kalmıştım?
Katılmıştım eyleme, evet. Ondan sonra da katıldığım organizasyonlar oldu. Üstelik bir kısmının hazırlık aşamasında da yer aldım yanlış hatırlamıyorsam. Ama hayır, bir kafa dağıtma aracı değildi. Zaten dağılmamıştı da kafam hiç. Hep aklımdaydı ölüm. Sürekli hatırlatıyor kendini zaten. Her canlı şey ölümü çağrıştırıyor bana. Hatırlıyorum, bağıramamıştım, slogan atamamıştım hiç. Üşenmiş miydim, sıkılmış mıydım, öyle bir şeydi. Bir kez de gözaltına alındım galiba. İşte o zaman gerçekten canım çok sıkılmıştı. Sorulara cevap vermek, açıklama yapmak gerekiyordu. Kendimi övmeye başladım, konu değişmeli.
Peki onun ölümünden sonra başka ölüm olmadı mı hiç? Oldu. Babam öldü geçen hafta ya da geçen ay, emin değilim. Beni etkilemedi pek. Ölüme, ondan korkmam gerekmeyecek kadar yakındım. Şaşırtamadı bile beni. Daha birçok kötü olay oldu. Annem hastalandı, ben bir trafik kazası geçirdim. Üzüldüm. Evet üzüldüm, samimi olarak söylüyorum bunu. Sadece bir miktar üzüldüm ama. Sonra yine iç sıkıntısı kapladı içimi. İyi şeyler de oldu; annem iyileşti, kızım yüksek lisansa kabul edildi. Biraz biraz sevindim bunlara. Hatta sanırım kızım yeterince heyecanlanmadığım için darıldı bana. Hayat devam ediyor ve bir gün bitecek. Böcekleri ve solucanları görünce huzursuz oluyorum. Beni yemek için bekledikleri gibi bir fikre kapılıyorum sürekli. Sanki ölmemi bekliyorlar sabırsızlıkla. Ölümün ekolojik döngü dışında bir anlamı olduğunu düşünmek ne büyük kendini beğenmişlik.
Kahvaltımı bitirdim. Şimdi giyinip dışarı çıkmalıyım. Giyinme kısmında ustalaştım sayılır. Kısa zamanda halledebiliyorum bu işi. Yalnız ayakkabı giymek hala aklımı kurcalıyor biraz. Artık bağcıklı ayakkabı almamalıyım. Evet, hazırım. Sokak. İnsanlar. Hiçbirine çarpmadan yürüyebiliyorum artık, hem de bazen tanıdıklara selam bile veriyorum. Her neyse...
Hayatın anlamsızlığı ne değiştirdi bende? Görünürde pek bir değişiklik yok. Tek fark, annemin kelimeleriyle, ruhsuzlaşmış olmam. Bunun kötü bir şey olduğunu düşünüyor annem, benimse umrumda değil. Gerçek dünyada hayat devam ediyor ve rolümüzü tamamlayıp kulise çekileceğiz sonunda. Rolün hakkını verip vermemek bizim elimizde. Kendimi rolüme kaptıramıyorum pek, ama belki de benim rolüm budur zaten. Kaldı ki rolü benden başka kim belirleyebilir ki? Kendimi tutamayıp benzetmelere sığındım yine. Ölümün umursamazlığı karşısında çocuksu bir direnişle çırpınmaktansa savrulup gidesim var galiba.
Hesap cüzdanı! Masanın üzerinde unuttum. Geri dönüp almam gerekiyor onu. Neyse ki pek uzaklaşmamıştım evden. Yine ayakkabılarımı giymem gerekecek. Ya da, ben galiba dün gitmiştim bankaya. Evet, bugün cumartesi. Evde durmam lazımdı zaten, dışarı çıkmam gerekmiyordu. Çıkmışken yapmam gereken bazı işleri halledeyim en azından.
Bir yere vardı mı tüm bu düşünme uğraşım? Sanırım geçen seferkilerden farklı bir yere varmadı. Yine de bazı eklemeler yaptım galiba. Yaşamak çok saçma, ama bu kendisinden başka bir şey ifade etmeyen bir cümle. Hiçbir argüman, “yaşamak çok saçma, demek ki ...” diye başlayamaz. Ya da en azından, bütün bu argümanlar “yaşamak çok güzel, demek ki ...” diye de başlayabilir. Tek fark, heyecanın yerini sıkıntının almış olması. Bundan da pek emin değilim. Kelimelerle düşünmekten vazgeçmeliyim, beni kısıtladıklarını hissediyorum. Ama şimdi yoruldum, biraz gerçek hayatla uğraşmalı.
No comments:
Post a Comment