Her Neyse

Her Neyse

Cadde kalabalık. İnsanlar geçiyor her yandan. Yürüyen, koşan, konuşan insanlar. Neler konuşuyor olabilirler ki? Şu genç kız ne anlatıyor acaba arkadaşına hararetle? “... sonra ... ben de dedim ki ... çok tatlı ... pazar akşamı ...” Anlaşılan o ki yeni flörtünü anlatıyor. Heyecanlanmakta haklı mı? Sanırım.

Binalar. Her tarafta duvarlar. Dışarıda olmanın ne özelliği kaldı ki. Panolar. Reklam panoları, ilanlar. Rengarenk mağaza girişleri. Yürüyor muyum? Sol ayağım.. Bir... iki... üç... Yürüyor olamam, sol ayağımı üç saniyedir kaldırmadığıma göre. Demek ki duruyorum. Başka seçenek var mı? Sanırım yok. Her neyse..


Pencere. İçeride insanlar (ha bire insanlar). Bir masanın etrafında oturmuşlar. Neresi orası? Ah, bir dernek toplantısıymış. Politika konuşuyor olmalılar, gülümsemediklerine göre. Hiçbiri bir hayatları olduğunun farkında değil. Biliyorlar yaşadıklarını, ama farkında değiller yine de. Hele şu yürüyen adam: Ayakkabısının bağcığının çözülmüş olduğunun bile farkında değil. Tek başına hızlı hızlı yürüyen bir adam. Muhtemelen hiçbir şey düşünmüyordur. Ya da en iyi ihtimalle varmaya çalıştığı yerde konuşacaklarını planlıyordur. Her neyse..

Bir grup insan geliyor üzerime. Kenara çekilmeliyim. Sağa mı, sola mı? Yolun sağına daha yakınım galiba. Oraya yürümeliyim. Evet, bir adım, bir adım daha. Vardım neredeyse. 10-15 kişilik bir grup. Neden bağırıyorlar? Ellerinde afişler, pankartlar var. Neden bağırıyorlar? Sanırım bir şeylerden rahatsız olmuşlar, bir şeylerin değişmesini istiyorlar. Ama neden bağırıyorlar? Herkes onlara bakıyor, herkes onları duyuyor. Bunu sağlamak için bağırıyor olmaları çok muhtemel. Yavaş adımlarla yürüyorlar. Önümden geçtiler. Artık arkalarında kaldım. Yanlarından geçenler yorum yapıyorlar onlarla ilgili. Etik konuşmaları. Kimse farkında değil var olduğunun. Karşımda bir kadın bluzunun bir düğmesinin kopmuş olduğunu fark etti. Yoksa herkes farkında mı varlığının? Benden başka herkes alışık galiba var olmaya. Benim bağcıklarım bağlı mı? Evet, gevşek olmakla beraber şimdilik idare eder gibiler. Her neyse..

Bir adam çıktı yanımdaki mağazadan. Bana doğru geliyor. Kısa saçlı, mavi gömlekli, siyah pantolonlu bir adam. Konuşmaya başladı. Kime hitap ediyor? Arkamda duvar var. Sağ yanım? Kimse yok. Sol yanım? Orada da kimse yok. Sanırım benimle konuşuyor. Sakal bırakmış biraz çenesinde. Gözleri kahverengi, çok soluk bakıyor. Ne diyor? Harfler seçiyorum biraz. Gülümsüyor konuşurken. Neden gülümsüyor? Benden bir şey istiyor olmalı. Anlamlı kelimeler oluşturamıyorum duyduğum seslerden. Karşımda biri var. Onun kıyafeti, elleri var. Ayakkabısında çamur izi var. Demek ki bir yerlerde çamur var. Bana bir şeyler anlatmaya çalıştığına göre ben de var sayılırım. Var olmak çok komik geliyor bana. “Siz” dedi bana az önce. Kesinlikle bir şey istiyor. Seçmeye başlıyorum sözleri yavaş yavaş. Gülümsemesi gitti yüzünden. Birazdan yüzüne korku ya da nefret gelecek demektir bu. Tüh, tam da anlamaya başlıyordum. Arkasını döndü. Gidiyor. Paçaları da çamur olmuş. Canını sıkmış olmalıyım. Gülümsemedim, ondan olabilir. Her neyse..


Sadece sıradan insanlar sıradan olmak için çabalamazlar. Gürültü geliyor dört bir yanımdan. İnsanlar konuşuyor, insanlar bağırıyor, müzik çalıyor, ayak sesleri, otomobil sesleri, yazarkasa sesleri. Kalemle kağıda koyulan bir nokta, görünür genellikle. Nokta olmak ilginç olurdu. Virgül ya da ünlem işareti kadar göze batmamasına rağmen, çoğu zaman onlardan daha oturaklı ve dediği dedik bir işaret. Kalabalık. Sanki hep aynı insanlar geçiyor önümden. Onlar farkında mı acaba farklı insanlar olduklarının? Hatta daha önce, farklılar mı? Bir adam bana sesleniyor. Polis ya da güvenlik görevlisi olmalı, daha ilk sözlerini söylerken gülümseme faslını atladığına göre. Yanında deminki adam var. Henüz temizlememiş ayakkabısındaki çamuru. Tam düşündüğüm gibi, hatta daha ötesi, nefret ve korkuyla bakıyor bana. Bu sefer hayal kırıklığına uğratmamalıyım onları, dinlemeli ve anlamalıyım söylenenleri. Lazımsa cevap vermeliyim, üstelik tatmin etmeliyim cevabımla. Konuşmalıyım, derin nefes almak gerek. Hayır, önce dinlemeliyim, dinlerken gülümsemeliyim ve nefes almalıyım, böylece hemencecik cevap veririm. Peki ya soru sormuyorsa? Onu o zaman düşünürüm.

Ne duruyorsun burada hemşehrim?
Hiç. Birini bekliyorum.

25.9.’6

No comments: